kiliseye bağlılık yemini ettiğim gün bütünüyle farkındaydım, hala farkında olmalıyım: hiçbir tanrı için son kavramı geçerli değildir, tanrılar beden ve ruhların sonsuz simsarlarıdır. tanrılar, istediklerini elde ederler. esasında bütün dinler diagonal bir zemine sahipse -benim saçmalıklarımı dinliyor musun hala- "tanrılar" kelamı pek de rahatsız olmamalı senin için, olsaydı bile şeytanı bir tanrı sayarak sıyrılabilirdin; din fena halde olanaklı bir şey. bir şey, belki söz, emin değilim.

ölümleri açıklayamayacağım kadar doğumlardan da uzağım, senin tahmin edeyemeyeceğin bir mesafede üstelik; hiç inanmadım ben! sen ne kadar yaklaşsan o korkunç ruh emiciliğine, ben o kadar uzak kalacağım ve bizi "ölümün bile ayıramayacağına" inanmamak için nedenin olacak. ölüm her koşulda bizi ayıracak! tanrılar'ın gölgesi kadar bağlılık yeminimi düşünüyorum şimdi, ayakta olmak için mutlaka bir kelle gerekmediği halde.

kullarını sayar mı bir tanrı, içtima alır mı, sabahları mı yoksa daha geç vakitlerde mi? beni bazen arar mısın? sayamadığım kadar çok gerekçeyle, inkar ettiğimden tüm varlığını, ey tanrım, bana korkunç yoksulluğumda ekmek ve şarap sunar mısın? cigara vakit alıyor haliyle, onu benim için sarar mısın?

pezevenkler tanıyorum, uzak olduğum için şükredecek kadar huylarını da. sana arabesk şarkılar adıyorum, beni böyle çaresizliklerle başbaşa bırakacak kadar keman ve korolarla. bir yetmişlik domaçne bunların yanında.

domaçne çok etkili, aşkla yazılıyor adı, istersen nefret ve sohbetle de yazılır, çimenden bile yapıldığı görülmüştür. cigaranın aşkı yok, biliyorsun çiçek çocuklar da senin kadar severlerdi tanrıları, ama sevgiye uzaktılar.

uzaklığın kadar yakınım sonuma ve kilise yeminime rağmen inanmadığımdan hiçbir tanrısallığa bağlı değilim sonsuzluk fikrine. beni bul, belki hala bir arzu sahibiyimdir, kimbilir belki de omuzlarında.