sayın moderasyon azaları. başlıkta bir yanlışlık yoktur. söz konusu başlık, belki de 'yalnız ve çirkin' olmayı anlatmak için kullanılmıştır.
david lynch'in 1980 yapımı harika bir filmi var. izlediğim en iyi dramdır. 'the elephant man': fil adam. vücudunun çok büyük bölümü deformasyona uğramış; kafası olağandan epey büyük bir 'insan'ın, 'john merrick'in özyaşam öyküsüdür. bin bir türlü sıkıntı çeken john merrick, günün birinde, kendisini sirklerde para karşılığı insanlara sunan ama daha sonra yüklü bir para karşılığı hastanede (doktor rolüyle efsaneleşen anthony hopkins'in koruması altında) bakım görmesine olur veren zalim adamın eline yeniden düşüp (kaçırılır çünkü, zalim adam parasız kalmıştır) bir geceyarısı sirkteki diğer insanların acıması sonucu zalim adamın elinden kurtarılıp salınınca, hastaneye doğru yola koyulur.
bu sırada büyük bir tren garında trenden iner. bir çocuk, beyaz bir örtü ile çevrelenmiş ve kafasında kasket benzeri bir siper olan john -the elephant- merrick'e takılmaya başlar. garın içinde üst geçit gibi bir bölmeden yürüyen merrick, kaygılıdır. adımlarının sıklığı ve ritmi, yüzünü görmemize gerek bırakmayacak netlikte anlatır o anki duygularını. tam bu sırada, merrick küçük bir kız çocuğu ile karşı karşıya kalır. kız, yüzü beyaz örtüyle kapalı ve öteki insanlardan farklı olan bu 'ucube'yi görünce çığlığı koparır. gardaki bütün ilgi (kötü yönde de olsa) fil adama yönelmiştir. fil adam artık çok daha fazla kaygı içindedir. işin içine çocukların babaları, yetişkinler girer. fil adamı kovalamaktadırlar. garın kalabalık bir bölümünde fil adam diğer adamların tam ortasında bulur kendini. adamlardan biri kafasındaki kasketi ve örtüyü sıyırınca herkes irkilir; kimisinin midesi bulanır. bu yüz, bir insana değil, 'ucube'ye ait bir yüzdür. merrick'in kaygısı son sınırdadır ve kaçmaya devam eder...
tuvalete girdiğini ve köşeye sıkıştığını anlayınca, çaresizce bir köşeye siner. kendisini kovalayan diğerleri artık dibine kadar gelip yığılınca birden bire kafasını arşa doğru kaldırır ve asla konuşmadığı sosyal yaşamdaki ilk sözcükler dökülür ağzından:
"iii am not an elephant! (ben bir fil değilim) iii am not an animall! (bir hayvan değilim) i amm a human, please... (ben bir insanım, lütfen...) a humaann (bir insan) (bu kısım bir hırıltı gibidir. zaten bu sahnede gözyaşı bezine mukayyet olan varsa rica ederim bir daha dram izlemesin)."
işte ötekillik tam olarak böyle bir şey. hem öteki hem tekil olmayı bünyesinde barındırır, nüvesinde taşır. bazı durumlarda, sayısal olarak üstünlüğün sözü bile edilmez. azınlığın çoğunluğa baskınlığı olarak betimlenebilecek böyle durumlarda da bir ötekillik söz konusudur denebilir. önemli olan, kendine benzemeyeni öteki saymak ve gerek var oluştan (fıtrat) ötürü sahip olunan özellikleri yüzünden ve gerek kendi seçimiyle başka olanları aşağılamak konusudur. hele bir de elde yetki varsa, ünlü bir şairin sözünü ettiği gibi "tırtıla bir diş daha versen, ormanı yer bitirir"...
david lynch'in 1980 yapımı harika bir filmi var. izlediğim en iyi dramdır. 'the elephant man': fil adam. vücudunun çok büyük bölümü deformasyona uğramış; kafası olağandan epey büyük bir 'insan'ın, 'john merrick'in özyaşam öyküsüdür. bin bir türlü sıkıntı çeken john merrick, günün birinde, kendisini sirklerde para karşılığı insanlara sunan ama daha sonra yüklü bir para karşılığı hastanede (doktor rolüyle efsaneleşen anthony hopkins'in koruması altında) bakım görmesine olur veren zalim adamın eline yeniden düşüp (kaçırılır çünkü, zalim adam parasız kalmıştır) bir geceyarısı sirkteki diğer insanların acıması sonucu zalim adamın elinden kurtarılıp salınınca, hastaneye doğru yola koyulur.
bu sırada büyük bir tren garında trenden iner. bir çocuk, beyaz bir örtü ile çevrelenmiş ve kafasında kasket benzeri bir siper olan john -the elephant- merrick'e takılmaya başlar. garın içinde üst geçit gibi bir bölmeden yürüyen merrick, kaygılıdır. adımlarının sıklığı ve ritmi, yüzünü görmemize gerek bırakmayacak netlikte anlatır o anki duygularını. tam bu sırada, merrick küçük bir kız çocuğu ile karşı karşıya kalır. kız, yüzü beyaz örtüyle kapalı ve öteki insanlardan farklı olan bu 'ucube'yi görünce çığlığı koparır. gardaki bütün ilgi (kötü yönde de olsa) fil adama yönelmiştir. fil adam artık çok daha fazla kaygı içindedir. işin içine çocukların babaları, yetişkinler girer. fil adamı kovalamaktadırlar. garın kalabalık bir bölümünde fil adam diğer adamların tam ortasında bulur kendini. adamlardan biri kafasındaki kasketi ve örtüyü sıyırınca herkes irkilir; kimisinin midesi bulanır. bu yüz, bir insana değil, 'ucube'ye ait bir yüzdür. merrick'in kaygısı son sınırdadır ve kaçmaya devam eder...
tuvalete girdiğini ve köşeye sıkıştığını anlayınca, çaresizce bir köşeye siner. kendisini kovalayan diğerleri artık dibine kadar gelip yığılınca birden bire kafasını arşa doğru kaldırır ve asla konuşmadığı sosyal yaşamdaki ilk sözcükler dökülür ağzından:
"iii am not an elephant! (ben bir fil değilim) iii am not an animall! (bir hayvan değilim) i amm a human, please... (ben bir insanım, lütfen...) a humaann (bir insan) (bu kısım bir hırıltı gibidir. zaten bu sahnede gözyaşı bezine mukayyet olan varsa rica ederim bir daha dram izlemesin)."
işte ötekillik tam olarak böyle bir şey. hem öteki hem tekil olmayı bünyesinde barındırır, nüvesinde taşır. bazı durumlarda, sayısal olarak üstünlüğün sözü bile edilmez. azınlığın çoğunluğa baskınlığı olarak betimlenebilecek böyle durumlarda da bir ötekillik söz konusudur denebilir. önemli olan, kendine benzemeyeni öteki saymak ve gerek var oluştan (fıtrat) ötürü sahip olunan özellikleri yüzünden ve gerek kendi seçimiyle başka olanları aşağılamak konusudur. hele bir de elde yetki varsa, ünlü bir şairin sözünü ettiği gibi "tırtıla bir diş daha versen, ormanı yer bitirir"...