antoine de saint exupery tarafından kaleme alınan, yazarın kendi el çizimi, suluboya resimleriyle şenlenen, tomris uyar tarafından dilimize kazandırılan fantastik çocuk kitabı. ne zaman kırılsam, incinsem, canım acısa hemen bir sayfasını açıp okumaya başladığım masalım. asıl hitab edilen çocuklardan çok yetişkinlerdir, aslında.
yazarın belki de en sevilen, bilinen kitabıdır. çocuk duyarlılığı ile yaşam sorunları arasında sıkı ve ilginç bağ kurmayı başarabilmiştir. fantastik bir öykü, çocuk masumiyeti, saflığı ve yalın bir dili vardır.
kitabın konusu kısaca şöyledir:
yazar, kitabında, kendi yaşadığı bir olayı anlatmıştır. yazarımız bir pilottur. "bir gün afrika üzerinde uçarken uçağının motoru bozulur, zorunlu iniş yapar. yardım isteyecek kimse yoktur. çölün ortasında yapayalnızdır. gün doğarken uykusunun arasında garip, incecik bir ses duyar. karşısında ilginç, minik biri durmaktadır. bu, küçük prens' tir. yazar, küçük prens adında birisiyle gelmiştir. gezegeninde tek başına yaşamaktadır. biri sönmüş, ikisi hala lavlar püskürten üç tane yanardağ vardır. ayrıca hiçbir gezegende bulunmayan eşsiz güzellikte bir tek de çiçeği vardır. küçük prens pilotumuza 'bana bir koyun çizer misiniz?' diye bir sorar. pilot, küçük prens' in bu sorusuna cevap vermek için uyanmıştır. etrafına bakınır. şaşkındır. ama gördüğü gerçektir. rüya değildir. pilotumuz büyük bir şaşkınlık içerisinde 'iyi resim yapmayı beceremem' der. bu yeteneğini büyüklerin küçükken söylediği sözler yüzünden geliştiremediğini söyler.
küçük prens 'önemli değil' der. aynı soruyu tekrar eder. yazar, altı yaşındayken çizdiği boğa yılanını çizer. bu resmi altı yaşındayken büyüklerine de göstermiştir. onlar hiç beğenmediklerini, resmin bir şapkaya benzediğini söylemişlerdir. bunun üzerine pilot resim yapma isteğini kaybetmiştir. çünkü büyüklerin hepsi resim çizmek yerine tarih, coğrafya, matematik ve dilbilgisiyle ilgilenmesini öğütlemişlerdir.
küçük prens ise pilotun kendisine çizdiği resme bakar ve 'ben boğa yılanı içinde bir fil çizmeni istemiyorum. bana bir koyun çizer misin?' diye sorar."
!:gözyaşlarımdan utanmadığım zamanlarda ağlayarak okurdum, bu kısmını:!kitaptan alıntı:
"sevgi emek ister
küçücük gezegeninde açan tek bir güle bir anda kaptırıvermişti gönlünü, oysa daha önceleri iki sönmüş yanardağ, bir ağaç ve yaban otlarından başka hiçbir şeyi yoktu... dedim ya küçük bir gezegendi orası, eşsizliğini biliyordu gül, havalıydı kendini beğenmişti ama güzeldi... günlerce bizimki bir dediğini iki etmedi gülün; ama gü,l onu hep kırdı sonunda dayanamayan ufaklık başka gezegenlere doğru yol aldı...
milyonlarca gezegen gezerken sonunda dünyaya ayak bastı. baştan başa gül açmış bir bahçeye indi...
kimsiniz diye sordu onlara
gülleriz, dedi güller...
ya dedi... küçük prens ve kendini çok mutsuz hissetti. çiçeği, kendi türünün evrende bir eşi daha bulunmadığını söylemişti ama işte bin tanesi bir aradaydı, çok yıkıldı ve ağlamaya başladı.
o sırada tilki çıkageldi konuşmaya başladılar, oyna benimle dedi ufaklık çok yalnızım... evcilleştirmeden olmaz, dedi tilki
- evcilleştirmek ne demek?
- bağlar kurmak anlamında, dedi tilki.
- nasıl?
- sözgelimi sen benim için hala yüz bin çocuktan birisin. sana ihtiyacımda yok. senin de bana ihtiyacın yok. ben de senin için yüz bin tilkiden biriyim. ama beni evcilleştirirsen, birbirimize ihtiyacımız olacak. benim için dünyada bir tek sen varsındır artık.
- bir çiçek vardı, sanırım beni evcilleştirmişti.
- hadi sen de beni evcilleştir, dedi tilki. tek düzedir hayatım. ben tavukları avlarım. bütün tavuklar birbirine benzer, bütün insanlarda birbirine benzer. doğrusu azıcık sıkılıyorum. ama sen beni evcilleştirirsen, hayatım tepeden tırnağa ışıkla donanacak. öbürlerinden ayırt edebileceğim bir ayak sesi olacak, artık. öbür ayak seslerini duydum mu inime kaçarım. seninkini duyunca, tatlı bir ezginin büyüsüne kapılmış gibi, inimden çıkacağım. sonra bak! buğday tarlalarını görüyor musun, orada işte? ben ekmek yemem. benim için buğday yararsızdır. hiçbir şeyi çağrıştırmaz bana buğday tarlaları. çok acı bu! ama altın alacasında saçların var senin. beni evcilleştirdiğinde olağanüstü bir şey olacak! altınla yaldızl..."
yazarın belki de en sevilen, bilinen kitabıdır. çocuk duyarlılığı ile yaşam sorunları arasında sıkı ve ilginç bağ kurmayı başarabilmiştir. fantastik bir öykü, çocuk masumiyeti, saflığı ve yalın bir dili vardır.
kitabın konusu kısaca şöyledir:
yazar, kitabında, kendi yaşadığı bir olayı anlatmıştır. yazarımız bir pilottur. "bir gün afrika üzerinde uçarken uçağının motoru bozulur, zorunlu iniş yapar. yardım isteyecek kimse yoktur. çölün ortasında yapayalnızdır. gün doğarken uykusunun arasında garip, incecik bir ses duyar. karşısında ilginç, minik biri durmaktadır. bu, küçük prens' tir. yazar, küçük prens adında birisiyle gelmiştir. gezegeninde tek başına yaşamaktadır. biri sönmüş, ikisi hala lavlar püskürten üç tane yanardağ vardır. ayrıca hiçbir gezegende bulunmayan eşsiz güzellikte bir tek de çiçeği vardır. küçük prens pilotumuza 'bana bir koyun çizer misiniz?' diye bir sorar. pilot, küçük prens' in bu sorusuna cevap vermek için uyanmıştır. etrafına bakınır. şaşkındır. ama gördüğü gerçektir. rüya değildir. pilotumuz büyük bir şaşkınlık içerisinde 'iyi resim yapmayı beceremem' der. bu yeteneğini büyüklerin küçükken söylediği sözler yüzünden geliştiremediğini söyler.
küçük prens 'önemli değil' der. aynı soruyu tekrar eder. yazar, altı yaşındayken çizdiği boğa yılanını çizer. bu resmi altı yaşındayken büyüklerine de göstermiştir. onlar hiç beğenmediklerini, resmin bir şapkaya benzediğini söylemişlerdir. bunun üzerine pilot resim yapma isteğini kaybetmiştir. çünkü büyüklerin hepsi resim çizmek yerine tarih, coğrafya, matematik ve dilbilgisiyle ilgilenmesini öğütlemişlerdir.
küçük prens ise pilotun kendisine çizdiği resme bakar ve 'ben boğa yılanı içinde bir fil çizmeni istemiyorum. bana bir koyun çizer misin?' diye sorar."
!:gözyaşlarımdan utanmadığım zamanlarda ağlayarak okurdum, bu kısmını:!kitaptan alıntı:
"sevgi emek ister
küçücük gezegeninde açan tek bir güle bir anda kaptırıvermişti gönlünü, oysa daha önceleri iki sönmüş yanardağ, bir ağaç ve yaban otlarından başka hiçbir şeyi yoktu... dedim ya küçük bir gezegendi orası, eşsizliğini biliyordu gül, havalıydı kendini beğenmişti ama güzeldi... günlerce bizimki bir dediğini iki etmedi gülün; ama gü,l onu hep kırdı sonunda dayanamayan ufaklık başka gezegenlere doğru yol aldı...
milyonlarca gezegen gezerken sonunda dünyaya ayak bastı. baştan başa gül açmış bir bahçeye indi...
kimsiniz diye sordu onlara
gülleriz, dedi güller...
ya dedi... küçük prens ve kendini çok mutsuz hissetti. çiçeği, kendi türünün evrende bir eşi daha bulunmadığını söylemişti ama işte bin tanesi bir aradaydı, çok yıkıldı ve ağlamaya başladı.
o sırada tilki çıkageldi konuşmaya başladılar, oyna benimle dedi ufaklık çok yalnızım... evcilleştirmeden olmaz, dedi tilki
- evcilleştirmek ne demek?
- bağlar kurmak anlamında, dedi tilki.
- nasıl?
- sözgelimi sen benim için hala yüz bin çocuktan birisin. sana ihtiyacımda yok. senin de bana ihtiyacın yok. ben de senin için yüz bin tilkiden biriyim. ama beni evcilleştirirsen, birbirimize ihtiyacımız olacak. benim için dünyada bir tek sen varsındır artık.
- bir çiçek vardı, sanırım beni evcilleştirmişti.
- hadi sen de beni evcilleştir, dedi tilki. tek düzedir hayatım. ben tavukları avlarım. bütün tavuklar birbirine benzer, bütün insanlarda birbirine benzer. doğrusu azıcık sıkılıyorum. ama sen beni evcilleştirirsen, hayatım tepeden tırnağa ışıkla donanacak. öbürlerinden ayırt edebileceğim bir ayak sesi olacak, artık. öbür ayak seslerini duydum mu inime kaçarım. seninkini duyunca, tatlı bir ezginin büyüsüne kapılmış gibi, inimden çıkacağım. sonra bak! buğday tarlalarını görüyor musun, orada işte? ben ekmek yemem. benim için buğday yararsızdır. hiçbir şeyi çağrıştırmaz bana buğday tarlaları. çok acı bu! ama altın alacasında saçların var senin. beni evcilleştirdiğinde olağanüstü bir şey olacak! altınla yaldızl..."