öyle "ay yeni bir kitap okudum, hemen eleştireyim de entelektüalitemi teşhir edeyim" tavırlarından oldum olası tiksinmişimdir. kendim de yapmam. ama okunmasını şiddetle tavsiye edeceğim kitap ve bu kitap hakkında yazabileceğim birkaç satır varsa bazen yazarım.

kuyucaklı yusuf bence sabahattin ali'nin en yetkin romanı. "kürk mantolu madonna sabahattin ali'nin tutunamayanlar'ı ise; kuyucaklı yusuf da tehlikeli oyunlar'ıdır" dersek çok da abartmış sayılmayız. tabii, nasıl ki tutunamayanlar'ın yeri ayrı/dokunulmaz ise kürk mantolu madonna'nınki de öyledir. kuyucaklı yusuf ile kürk mantolu madonna'yı mukayese etmek gereksizdir. ve nedense albert camus'nün yabancı'sı meursault ile kuyucaklımız yusufumuz arasında ciddi benzerlikler mevcut olduğunu düşündüm kitap bittiğinde.

------okuyanlar için------
giriş sahnesi gerçekten harika. annesi ve babası gözlerinin önünde katledilmiş, katliam esnasında her ne kadar kendisine zarar verilmese de parmaklarından birini kaybetmiş yusuf'un donuk bakışlarla, sonradan yıllarca babalığı olacak kaymakam'a ve savcıya ve diğerlerine bakması "bu çocuk için korku diye bir kavram yok" düşüncesini doğurmuş; romanın ilerleyen kısımlarındaki gözükaralığı ile de bu sav desteklenmiştir.

şakir'le olan takışması esnasında üvey kardeşine karşı herhangi bir ilgi beslemese de sonradan, kızın şakir'e varmaması için onu nikahına alması gayet tartışmalı bir mevzua dalış yapmasına sebep oluyor sabahattin ali'nin. üvey kardeşlerin evlenmesi meselesi, islam dini içerisinde nasıl algılanır bunu tam olarak bilemiyorum fakat zamanın toplumunun pek hoş karşılamayacağı açık.
-------okuyanlar için-------

sabahattin ali romanlarında ve hikayelerinde çokça rastladığım bir anlatım tarzını da burada belirtmeden edemeyeceğim; zira kuyucaklı yusuf'ta da bu yönteme sıkça başvurmuştur: kitaba ilgiyi diri tutmak için mi bilinmez "fakat sonraki günlerde olaylar çok farklı gelişecekti..." konsepti dahilinde ileriye yönelik flu spoiler'lar vermekte. bu kesinlikle ilgiyi diri tutuyor. fakat ileride neler olacağına dair büyük beklentiler doğurarak olası hayal kırıklığını da büyütebiliyor. sabahattin ali gibi olay kurgusunu örümcek gibi ustaca işleyen bir romancının bu tür bir şeye ihtiyaç duyduğunu sanmıyorum, sebebi başka olsa gerek...

-------okuyanlar için---------
final sahnesi gerçekten çok acıklı. ama final sahnesine geçmeden evvel... yusuf'un babalığı öldükten sonra makamına geçen halefi olan kaymakam'ın sanki lütfeder gibi kendisine verdiği ve fakat büyük bir kumpasın önemli bir enstrümanı olan 'muhtelif köylere evrak taşıma' işine başlaması akabinde muazzez'in kucaktan kucağa düştüğü bölümler yüreğimi dağladı desem yeridir. kitabı elimden fırlatasım geldi acıdan. yusuf karda izde eve ekmek taşıyacağım derken, 15 yaşında ve her şeyden bã®haber yumuk gözlü karısı muazzez'in evde onun bunun kucağına oturacak kadar içmesi durumu... iç sızlatıyor.

en sonunda yusuf'un hadiseleri sezerek erkenden eve dönmesi sonucu baskın yiyen şakir, kaymakam ve diğerleri ile çatıştığı fakat biri ışıkları kapadığı için odanın karanlık olduğu sahnede muazzez'i yaralaması; ertesi gün karlar üzerinde, yaralı muazzez'in son nefesini vermesi; yusuf'un muazzez'i oracıkta gömmesi; sonra "sil baştan başlamak gerek bazen, hayatı sıfırlamak" dercesine, önünde uzanan dağların uzaklarına bakışı... muazzam!
-------okuyanlar için--------