geçtiğimiz hafta ekmek almak için gittiğim mahalle bakkalında gördüm. bir eliyle sigara alıp diğer eliyle parayı uzatırken elektrik çarpmışçasına baştan ayağa titredi, sonra da paranın üstünü beklemeden bir şarkıyı mırıldanarak geçip gitti bakkalın dar koridorundan, bir iki cips paketini devirdi geçerken ve dönüp "pardon" dedi paketlere. ama bana da çarpmış ve ben sakızların olduğu reyona yüzükoyun uzanmıştım, bana da dönüp pardon diyebilirdi, demedi. hiç şaşırmadım doğrusunu isterseniz, eşyaya saygıyı perec'ten öğrenmiş olabileceği geldi aklıma. onun bu ani hareketlerinin nedenin bakkal olabileceğini de düşünmedim zaten, ihtimal dahi vermedim.

ama bununla yetinmeyip ekmek almadan ve aç kalmak pahasına arkasından çıktım ben de sokağa, içeri girmeden evvel günlük güneşlik olan gökyüzünün aniden renk attığını ve yağmur yağdığını gördüm, görmek ne lan, su iti gibi oldum hemencecik. zaten kısa bir bakkal yolculuğu bu diye neredeyse yarı belimden yukarısı çıplak çıktığım sokaklarda o önde ben arkada dalıp çıktık sulara, dalgalar aştık. saçak diplerine sığınan köpekleri gördükçe aklıma şaştım, şaşmakla kalmayıp küfrettim... çok geçmeden yolda durakladı ve arkasını döndü, her hareketinde olduğu gibi bu da aniydi, sonra da koşmaya başlayıp gözden kayboldu...

kimseyle konuşmadan geçirilen bir ömür, suçun ve suçlunun, yargının ve yargılanmanın hatta cezanın kişinin hür ama kendine dönük edimlerinde olduğu bir kaçış. kendisini "hücrelerine" kapatan ve tüm faaliyetlerini düşüncesinin, hislerinin "yeraltında" sürdüren bir ruh. ne kadar özgür? ne kadar tutsak ya da...