adrenalin düzeyi yüksek toplumun hemen hemen her kesimiyle alakalı bir durum. yer yer hayıflanarak ''durum ortada zaten'' dememizin yegane sebebi belki de.

bu ülkede gerçek manada entelektüel sayılabilecek insan sayısı -tabiri caizse- bir elin parmağını geçmeyecek kadar az. hal böyle olunca bu minicik güruh, toplumda daha da ayrı bir yer ediniyor. kitap okumanın bile marifet sayıldığı günümüz türkiye'sinde, entelektüel olma yollarından bazıları ise malesef şekilcilikten başka hiçbir koşul ihtiva etmiyor. elin pipo, boynuna fular takan, cihangir'in herhangi bir kafesinde/barında takılan aydın addedilmekte. oysa; boşverse şu entelektüelite hevesini de iki kitap okusa, bir iki entrumantal albüm alsa da ruhunu dinlendirse...

memleketin yüzde bilmem kaçı müslüman. bilmem ne kadar cami ve bir o kadar takva sahibi olduğu söyleniyor. hikmetini bir türlü çözemediğim nedenden ötürü gördüğüm şu ki; mümin'in bir ayağı çukura düşeni eşraftan kim cennete, kim cehenneme gider diye düşünürken, sıhati daha yerinde olanı in/cin çağırmakla uğraşıp, imanın esaslarını bilmeden muhyiddin arabi okumaya çalışıyor. yaşlısı milletin akıbetini bırakıp kendi derdine ağlasa, genci iki vakit alnını secdeye değdirse de boşverse ''üç harfli'' diye tabir ettiği heyecanlarını...

nietzche okuyan; ''tanrı öldü''den başka birşey demiyor, düşünüp öyleyse var olduğunu iddia edenler daha önceden düşünülmüşü düşündüklerinin farkında değiller. kim bilir belki; konuşma esnasında bir iki filozof ismi söylemenin kendini dinletme hususunda çok daha etkin bir manevra olacağını düşünüyordur.

bilinçli üniversite öğrencisi tavrı sergilemeye çalışan birey, avrupa birliği politikalarını veya hükümetin sosyal güvenlik yasasını eleştirmek için ''ders bırakıyor''. diğeri vatanperverlik adı altında üniversite yemekhanesinde satırla adam doğramakla meşgul. durum belli; biri adam dövmeyi güçlü olmak sanıyor*, diğeri derse girmemeye dünden razı zaten.

hal böyle olunca, bütün mesaimizi bu ülkede bir türlü gerçekleşemeyen gelişime hayıflanmaya harcıyoruz. kişisel tatminlerimizden ve pek işe yaramadığı aşikar olan eğlencelerimizden kurtulsak, kendi kendine yetebilen o yedi ülke arasına belki tekrardan girebiliriz, neden olmasın.
eğlencenin anlamıyla işin tanımlanmasının ıramağa başladığı eylemsidir. nedense bana ensest ilişkileri anımsatmıştır hep. hem modernite içinde güdüsel olrak yasaklanmışsındır hem de sermaye ortaklığına adaylıkta makbülsündür. eğlenmek ile, cinsellikte bile hor gürülmüş olan, haz ne kadar yakındır? ya da iş, harcanan zaman ve enerjiden doğarken onu, dünyaya getiren ne için ve kim için getirmiş olduğunda ne kadar uzaktadır? yabanellerdeymişcesine elin kitiyle giriştiğin işin eğlencesi yoktur. değilmi ki insanlar evvela kendilerini güvende hissetmeden kendini gerçekleştirilmeye zorlanmışlandır, kendi ihtiyaçlarından soyulan insan cücüğü ile elbette dalga geçicektir.