"her zaman yeniden başlamayı hakettiğimizi düşünürüz. son düdükten önce son bir fırsat; volelik bir orta, bitimlik penaltısı. bir sabah uyandığımızda bir bakacağız ki her şey değişmiş. artık 25 yaşındayız ve yanınızda yatan kırk yıllık karınız değil, karşı apartmandaki fıstık."

günler, hep böyle geçiyor, daha doğrusu geceler, biraz da dertlerden sıkılıp son 2-3 birayı hızlı hızlı içip yatmaya geçiyorum, yatmayı seviyorum, çok zaman yatma anı sabah olabilecek büyük bir değişime hazırlanmak gibi. bütün bunların değişeceğini düşünüyorum, zorunluluklar değil tercihlerle yaşanacak bir zamana geçiş yapmak için sabah harika bir fırsat doğacak. bir anda her şey alt üst olup hayatım yeniden kurulacak. ah işte bazı geceler daha farklı oluyorum, gece bir deprem olacağını ve orada sessiz ölebileceğimi, ölü sayısı çok olduğu için yakınlarımın bunu kolay atlatacağını ya da korkunç bir salgında can verip her şeyden kurtulabileceğimi velhasıl hayatın bitimli ve anlamsız olduğunu. bütün insanlar böyle yatıyorlar yatağa gibi geliyor, bazıları mucizelerinin gelişini kolaylaştırmak için şans oyunlarıyla aldanıyorlar, bazıları tabii ve başka bazıları inanmıyormuş görünerek daha çok çalışıyorlar. en çok inananlar onlar.

mucizelerin tüm sırrı hayatı kolaylaştırmak ya da basitleştirmek hayali üzerine kurulu, halbuki herhangi bir mucizenin sıfatı bu değil aslında. sabahleyin spiderman olarak uyandığınızda genetik bilimini nasıl bir hale sokacağınızı düşünün veya bir sabah haşa tanrı olarak uyansanız üç bin yıllık batı teolojisinde ne koca bir sarsıntı yaratırsınız. mucizeler basitleştirmiyor karmaşıklaştırıyor. peki olanaklı mıdır mesela bir sabah kalkıp hayatımı yoluna koymam, diyelim nepal ordusuna er yazılıp yola çıkmam veya insan aklını muhteşem kılacak yeni bir serumun denek grubuna kaydolmam? olanaklıdır, bilmeniz gereken bunların gerçek olduğu. onur ünlü'ye de inanıyorum, polis'te inanmıştım bir kere daha inanıyorum ve film öyle başlarken ince ince gülüyorum: "biraz sonra izleyeceğiniz filmdeki olayların tamamı gerçeklere dayanmaktadır". menfur izleyici çözemeyecektir, ama biraz dikkatli okusa cümleyi fena olmazdı. bir de zamanında onur ünlü'nün radikal'de çıkan bir röportajı vardı, gerçeğin tanımını pek acayipleştirmişti "ama" diyordu "mesela kocaelispor gerçek"

alın size gerçek ve mucize arasında bir kere açılınca asla kapanmayan cümle kapısı.

ha bir de film konusu var tabii. fakat şimdi orada ne demem gerekiyor ki, şurası iyi, burası bilmemne, bilemiyorum. anlamadığım için bilemiyorum, yoksa bfilmler üzerine yazı yazılamayacağını düşünecek kadar angut olduğumdan değil. bir deneyelim o kısmı da, filmde oyunculuklar çok başarılı zaten hepi topu 20 tane oyuncu olduğu için bu o kadar zor olmaması gereken bir şeydi. kuşkusuz oyunculardan bahsederken bir kere daha isyan etmek istiyorum, niye özgü namal? yahu oynayıp oynayabileceği tek adam gibi rol şımarık kız çocuğu rolüyken (o da doğası o kadar olduğu için) ve yakıştığı tek yer axess reklamlarıyken neden sevdiğim bütün filmlerde katlanıyorum ben buna. ha yetmemiş, filmde az göründüğü için olsa gerek bir de şarkı söyletmişler, yakıştıramadım. şarkı söylemesi de tam olmuş ama kendini beğenmiş bütün teenager kızların o saçma tavrı üstüne yapışmış. özgü namal oynamasın daha da filmlerde istiyorum. ama kalan kısımda oyuncular harika. bir kere haluk bilginer var ve her sahnesinde izletiyor kendini, işi bu. ülkü tamer'in şiirini okuduğu sahne tekrar tekrar izlenir. profesör olduğu sahne de. iki diyalog araklıyoruz derhal bu profesör tribinden:
1- bülent emin yarar: hocam ne oldu bize?
haluk bilginer: sıçtık!
bey: teorik olarak ne oldu?
hb: teorik olarak sıçtık.
2- haluk bilginer yazıyor tahtaya, şu tarihte doğdun şu saatte falan, bülent emin yarar: e bunları kimliğimden de okuyabilirim.
haluk bilginer: siktir git ordan oku o zaman. ve işte tebeşirin atılması. ha burada bir diyalog mu var, yok sanırım, ama ben çok beğendim sahneyi.

neydi konu oyuncular iyiydi. sonra çekimler var tabii bir diğer bahis konusu odur. çekenin onur ünlü olduğunu biliyorsunuz yani ileri geri oynatmalar, görüntüyü değiştirmeler sizin için sürpriz olmayacak. yalnız ikinci izleyişimde gördüğüm bir sahne var, adam ne tip bir puştluk düşünüp öyle ince saklamış onu hala şaşkınım. filmin ta en başında bir apartmanın tepesinde betondan sıyrılmış demirlerin arasında bilin bakalım ne var. bilmeyin ya da bulmak için izleyin ama ilk izleyişinizde bulursanız tadı kaçar filmin. ha ayrıca bu iki saniye bile sürmeyen ayrıntıyı filmin finali olmamış diyenlere armağan ediyorum. filmin finali daha girişinde evladım. çekimlerde sinir bozabilecek tek nokta şu ruh değişimleri sırasında kullanılan trip (nedir onun adı efekt mi ne). belki daha farklı bir yol denenebilirdi. önem arzetmiyor.

ayrıca yazılmasından kurgunun tamamlanmasına kadar sadece 15 günde çekilmiştir film, memleketin ukala sinemacılarının klip çekemeyecekleri sürede ve o oranda bir bütçeyle adam başlamış ve bitirmiş. bir işi o işin yarattığı heyecanla yapmanın tadı da başka olsa gerek, ayrıca zannedersem izleyici olarak onur ünlü'nün zikinde değiliz afedersiniz, öyle beğendirmek için takla atacak adam değil. eğleniyor adam ve birlikte eğlenmeyi becerebiliyorsanız ne mutlu size. bu da pek önem arzetmiyor.

önem arzeden kısım şudur ki her gece korkunç bir ağırlık haline geliyorsa yaşantımız bize ve çekilecek gibi değilse ol hadise ve mucizeler de pek uzaksa 100 dakikalık bir mola iyi gelebiliyor. işte bunu sağlayabilen şeye iyi film diyoruz, bu süreyi biraz daha uzatabiliyorsa bir film buna "gerçekten iyi film" diyoruz ve yönetmeninden oyuncusuna herkese teşekkür ediyoruz.

ayrıca: "nolur verme şu adama saadet!"