söz yazarı (cansın erol), eşini (vural erol) kaybettikten sonra yazmıştır bu şarkıyı. ama nasıl? hangi ruh hali ile? hangi beyhude çırpınışlar, zihninde bu kelimeleri canlandırıp bu sırayla kağıda dökmesine vesile olmuştu? buyrun, bildiğim kadarı ile hikaye etmeye gayret edeyim:

vural bey, amansız bir hastalığa yakalanmıştır. öyle bir hastalıktır ki bu, devrin hiçbir tabibi, hiçbir tıbbã® imkanı deffe kifayet etmemekte, vural bey her gün ömründen ömür gitmesinin içinde yarattığı hüzne gark olmaktadır. üzüldüğü ölecek olmak değil, canından çok sevdiği biricik eşinin (cansın erol), eriyişini kendisi ile birlikte yaşayarak kahrolması düşüncesidir.

kendince bir plan yapar ve uygulamaya koyulur...

hastalığını öğrenene dek mükemmel süregiden ilişkileri, artık çatırdamaya başlar. vural bey, olmadık olayları büyütür, pireyi deve yapar ve hatta pire için yorgan yakarken, cansın hanımefendinin gözündeki sarsılmaz itibarını sarsmak için hayli çaba sarf eder. sistematik biçimde giriştiği bu eylemi sonunda meyvesini verir ve taraflar boşanırlar. hem de bir daha görüşmemecesine.

dedik, hastalığın amanı yok. ecel, vakti geldiğinde erken yaşta olmasına bakmadan vural bey'i öte aleme taşır. vasiyetnamesini okuyanlar, geride bir sandık dolusu mektup bıraktığını ve bu mektupların, kendisi öldüğünde bir başkası ile evli bulunmaması şartı gerçekleşmişse cansın hanımefendi'ye verilmesini, aksi takdirde yakılmasını vasiyet ettiğini görürler...

yapılan araştırmalar neticesinde, cansın hanım'ın evlenmediği, gerekçe olarak da "hayatımın en güzel günlerini bana yaşatan vural bey'le bile boşanmışsak, artık kimse ile yeniden denemenin bir anlamı yoktu" dediği tespit edilir. vasiyetle ilgili gerekli açıklamalar yapılır ve sandık kendisine teslim edilir.

merakla sandığı açan cansın hanım efendi, ilk mektuplardan bir şey anlamasa da, gerçeği gördükçe kalbinin derinliklerinden, kelimelerle tarif olunması imkansız bir duygu seli kopar. vural bey, aslında neler yaşadığını tüm çıplaklığı ile mektuplarda anlatmış, sırf cansın hanım'ın kendisi ile birlikte (yaşarken) ölmemesi uğruna böyle bir yol izlediğini açıklamıştır...

mektupların hepsini bitiren cansın hanım da, eline kağıt kalemi alır ve klasik türk müziği repertuarına selahattin içli'nin kazandırdığı, her dinleyişimde aya yorgi'nin bulunduğu tepeden güneye bakılarak yazıldığını düşündüğüm bu güfteyi yazar. gökten üç ateş düşer, her biri düştüğü yeri yakar. biri vural bey'i, biri cansın hanımefendi'yi, diğeri de şarkıyı dinleyip bu acıya ortak olanları...

güneşin battığı yerden
bir dönülmez ufka gittin,
beni böyle dertli, garip,
bitkin bıraktın.

gittiğin gün gibi sessiz,
seninle doluyum sensiz,
yalnız bıraktın...

zaman hiç geçmemiş gibi,
sensiz yaşanmamış gibi,
sana geleceğim.
dudağında yarım kalan
hazin hüzzam şarkılarla
yanmış geleceğim.

yaşamaktan başka, söyle
aramızda fark mı kaldı
"cansın*(*cansın erol)" derdin, can mı kaldı?
duman olup geleceğim...