2*2 eşittir 4. ateş yakar. hava soğuksa sıkı giyinmezsen üşürsün. yazan ele bakacaksın onun çıkarmış olduğu mali tablolara değil, hiç bir zaman kafa iyiyken bir antlaşma imzalama vesaire vesaire vesaire.
bunlar asağı yukarı bilinen şeylerdir. sağlam bir hayat kurmak için yapılan şeyler. yüzdeleri gözönünde tutarsın ve o yüzdelere göre yaşarsın.
hiç bir heyecan yoktur. sadece kaya gibi sağlam sans yüzdeleri bütün heyecanı yok eder. zaten fazla heyacan kepek yapmaz mı?
şanş yüzdeleri ne büyük kelime. dünyada herşeye karşı inanç yitirebilir. din ve tanrı olsun, kadın ve aşk olsun, iyi ve kötü olsun, ya da savaş ve barış olsun. ne olursa olsun ama sanş yüzdeleri hiç şaşmadan daima aynı sonucu getirecektir, şans yüzdelerine inancını yitirirsen yahut onları hesaba katmazsan glgen bile kalmaz dünyada.
işte hayatın tek kuralı budur, daima yüzdelere göre yaşayacaksın. yoksa hayatın beş paralık değeri kalmaz bunu unutmamak gerek.
oysa sanş yüzdeleri güvenli oldukları kadar sıkıcıdır. sanki bir zırh gibi sarmalar insanı ama o zırhtan hiç bir katre hayat giremez.
sanş yüzdeleri bol bol düşünmektir. en ince ayrıntıları bile hesaplamaktır. sanki hayat bir senaryoymuş ele alıp onu filme çeken ynetmen gibi kurgulamak en ince detayları bile gözönüne almaktır.
bu elbette sıkı çalışma, gıdım gıdım ilerleme, ateş hatlarına piyadeyi durmaksızın yürütme, bir mevziden diğeri koşmakla olur.
düşünceyi on parçaya bölsen bir parçası hikmetse dokuz parçası temkin ve yapabileceklerininin zekatını beyan etme , blöften kaçınma ve tabi ki o saf heyacanlardan vazgeçmektir.
zaten o saf heyacandan vazgeçmenin sonunda gün gelir ki kişi dört ayak üstünde ruhunu aramaya başlar beyhude yere, ama gitmiştir bir kere.
belki gitmemiştir ama allah bilir nerdedir? yerinde olmayan birşey esya aranılıp bulunulmayınca kayboldu demez miyiz? bakacağımız bütün yerlere baktık ama yok işte. nereye gitmiş olabilir ki? şeytan alıp götürüp nerreye gömdü? kim bilebilir ki?
böylelikle madem ki şanş yüzdelerinin yel değirmenine saldırabilmek için kargımız yok o halde yeldeğirmenlerinin zagonuna uyarak yaşamaya başlarız.
hani nerde çepte kalan son yol parasını ruletin sıfırının üzerine koydurtan o gözü karalık? hani nerde bir daha hiç bir zaman yüzünü bile göremeyeceğin yolda gördüğün kişiye adabınca merhaba sizinle tanışabilir miyim dedirten acabalar, hani nerde yaz sıçağında güpegündüz etraf çayır çayır yanarken iki shot viski çekip kendini dışarı atmalar? hani nerde? hiç biri kalmadı çünkü yerini kelek bir mantık aldı.
bu mantık ki birçok klişe ve beylik deyişler barındırır, isteme benden veresiye dost kalalım ölesiye, benim bir arkadaşoıum vardı aha onun gibiydi o da bunun gibi hokkabaz falan filanlarla dolu.
herşeyin tekerür ettiğine inanan ama hiç birşeyin hiç bir zaman tekerür etmeyeceğini pas geçen orchamlı william'ın usturasının en hödük kullanımları.
diyelim ki en ufak ihtimalleri bile gözönünde bulundururup için için en haklı sevincinizi yaşayamıyorsunuz. ya söyle olursa ya böyle olursa diye diye. hiç beklenmedik bir şekilde bir süpriz gelip en ince hesapları bile allak bullak edip -iyi anlamda- sahaya çıkıyorsunuz. sahada hiç birşey düşünmüyorsunuz sadece yapmanız gerekenleri otomatik birşekilde bolca ilhamla yapıyorsunuz.
şans yüzdeleri yazın hava sıcak olur diyor oysa ibnelik yapıyor hep yağmurlu. akdeniz ülkesi britanya adası gibi yağışlı hem de yazın ortasında.
ilk maça çıkmışınız ve kazanmışınız ertesi gün rövanş kelaminden formalite maçı var. o maça gitmek için önce dinlenmeniz lazım. çünkü ansızın çıktığınız maç sizi hazırlıksız yakalamış ve deli gibi uykunuz var. eve gidip horuldamaktan gayrı bir isteğiniz yok.
birden yüzünüz bir suret görüyor ve aman allahım diyor. daha bedenize değil neşter en ufak dikiş atılmamış geçmiştense sadece gelecekten konuşulduğu çağınıza ışınlanıyorsunuz.
çünkü anlatılmayacak kadar güzel ve masum, değil makyaj saçına boya bile sürmemiş bir dişiyi görüyorsunuz.
o saf heyacanı duyuyorsunuz birden. herşeyin güzel herkesin sözünün eri iyi ve kötü kavramının bu kadar girift olmadığı sınırlarının sanki kraliça victorya devri ingilteresindeki gibi net çizildiği o büyülü çağ tekrardan gelmiş oluyor.
kimseyle alacak verecek kimse ne sana ne sen başkasına kin duyuyorsun. hesaplar uzun vadeli görürmüyor anında atraksiyon yapılıyor ve hesap sonunda herşey unutulup hayata devam ediliyor zamanları.
o surete bakarsın bakarsın bakarsın durursun. hadi dese şu dibi kınalı dünyanın kıçına bir parmak atıp herşeyi sıfırlamaya gönüllüsündür.
sadece bir hadi yeter de artar bile. maksuda varmak mühim değildir aslında seni mesut eden o değildir.
hala ve hala bütün baskılara rağmen bütün darbelere rağmen sanki bir gerilla gibi heyacanlanabilmeyi saf heyacanı hissedebilme yetinin ölmediğini ve yaşadığını görürsün.
bütün hayalkırıklıklarına, yalanlara odlanlara, armutun sapı üzümün çöplerine, angaryalara, kokuşmuş hödük bürokrasiye, aldatmalara, komplolara ve karşı komplolar vesaire gibi bir kamyon yozluklar senin sevebilme güdünü yok etmemiştir.
işte bunun için yaşanılır. bir suret olsa bu gücün içinde olmasını bilmek daha kudretli baktırıyor insana.
hani milyon dolarlık bebek filminde morgan freeman elamanı bama güme bir kaç hamlede yamultuyor ya işte o hazzı alırsın.
ama ne yazık ki hayatın senden aldıklarını geri almak daha büyük bedellere mal oluyor.
beşkatlı binanın altıncı katı olduğuna inanmak ve belki gözgöre göre yanılmak olabilir. geçmişteki bütün kapılar kapanmıştır. zaten geçmiş bir avuç külden başka nedir ki?
sadece beklemek kalıyor, sadece beklemek. çünkü oyunda olduğun müddetçe her zaman kazanma şansın vardır.
belki bu kazanç insanı bambaşka alemlere hicranla elemle yelkenlerini şişirip postayabilir. ama şanş yüzdeleri yine devreye giriyor ve belki de neşeyle hüzünle yelkenleri şişirip postalar diyor.
yollar yolluklarından çıksa bile yollar yolluklarını bir şekilde tekrardan bulur. yazımı cemal süreya'nın 16 dize şiiri bitiriyorum;
doru at doğru at,
küfür diyorum bir saldırmama eylemidir.
insan süsüdür günah.
gömmeden önce biraz gezdirin beni.
zincir gibi öten ağaçkuşları.
çayım kurudu kahvem taşsökülür.
yeşil saçlı bataklık kızı.
yazgının bir günlüğüne güncelleşmesi.
gözlerinde ibni sina bozukluğu.
sazan pullarıyla örmüş kapısını.
kaç kuruşa elden çıkarmış alaska'sını?
her şey kış buğdayı içinde öğütüldü.
türler esridi kimse yok mu orada?
renkleri tek tek alırsan hepsi tarikat.
benim küçük kızçocuğu tanrım!
mitos, yitme n'olur!
bunlar asağı yukarı bilinen şeylerdir. sağlam bir hayat kurmak için yapılan şeyler. yüzdeleri gözönünde tutarsın ve o yüzdelere göre yaşarsın.
hiç bir heyecan yoktur. sadece kaya gibi sağlam sans yüzdeleri bütün heyecanı yok eder. zaten fazla heyacan kepek yapmaz mı?
şanş yüzdeleri ne büyük kelime. dünyada herşeye karşı inanç yitirebilir. din ve tanrı olsun, kadın ve aşk olsun, iyi ve kötü olsun, ya da savaş ve barış olsun. ne olursa olsun ama sanş yüzdeleri hiç şaşmadan daima aynı sonucu getirecektir, şans yüzdelerine inancını yitirirsen yahut onları hesaba katmazsan glgen bile kalmaz dünyada.
işte hayatın tek kuralı budur, daima yüzdelere göre yaşayacaksın. yoksa hayatın beş paralık değeri kalmaz bunu unutmamak gerek.
oysa sanş yüzdeleri güvenli oldukları kadar sıkıcıdır. sanki bir zırh gibi sarmalar insanı ama o zırhtan hiç bir katre hayat giremez.
sanş yüzdeleri bol bol düşünmektir. en ince ayrıntıları bile hesaplamaktır. sanki hayat bir senaryoymuş ele alıp onu filme çeken ynetmen gibi kurgulamak en ince detayları bile gözönüne almaktır.
bu elbette sıkı çalışma, gıdım gıdım ilerleme, ateş hatlarına piyadeyi durmaksızın yürütme, bir mevziden diğeri koşmakla olur.
düşünceyi on parçaya bölsen bir parçası hikmetse dokuz parçası temkin ve yapabileceklerininin zekatını beyan etme , blöften kaçınma ve tabi ki o saf heyacanlardan vazgeçmektir.
zaten o saf heyacandan vazgeçmenin sonunda gün gelir ki kişi dört ayak üstünde ruhunu aramaya başlar beyhude yere, ama gitmiştir bir kere.
belki gitmemiştir ama allah bilir nerdedir? yerinde olmayan birşey esya aranılıp bulunulmayınca kayboldu demez miyiz? bakacağımız bütün yerlere baktık ama yok işte. nereye gitmiş olabilir ki? şeytan alıp götürüp nerreye gömdü? kim bilebilir ki?
böylelikle madem ki şanş yüzdelerinin yel değirmenine saldırabilmek için kargımız yok o halde yeldeğirmenlerinin zagonuna uyarak yaşamaya başlarız.
hani nerde çepte kalan son yol parasını ruletin sıfırının üzerine koydurtan o gözü karalık? hani nerde bir daha hiç bir zaman yüzünü bile göremeyeceğin yolda gördüğün kişiye adabınca merhaba sizinle tanışabilir miyim dedirten acabalar, hani nerde yaz sıçağında güpegündüz etraf çayır çayır yanarken iki shot viski çekip kendini dışarı atmalar? hani nerde? hiç biri kalmadı çünkü yerini kelek bir mantık aldı.
bu mantık ki birçok klişe ve beylik deyişler barındırır, isteme benden veresiye dost kalalım ölesiye, benim bir arkadaşoıum vardı aha onun gibiydi o da bunun gibi hokkabaz falan filanlarla dolu.
herşeyin tekerür ettiğine inanan ama hiç birşeyin hiç bir zaman tekerür etmeyeceğini pas geçen orchamlı william'ın usturasının en hödük kullanımları.
diyelim ki en ufak ihtimalleri bile gözönünde bulundururup için için en haklı sevincinizi yaşayamıyorsunuz. ya söyle olursa ya böyle olursa diye diye. hiç beklenmedik bir şekilde bir süpriz gelip en ince hesapları bile allak bullak edip -iyi anlamda- sahaya çıkıyorsunuz. sahada hiç birşey düşünmüyorsunuz sadece yapmanız gerekenleri otomatik birşekilde bolca ilhamla yapıyorsunuz.
şans yüzdeleri yazın hava sıcak olur diyor oysa ibnelik yapıyor hep yağmurlu. akdeniz ülkesi britanya adası gibi yağışlı hem de yazın ortasında.
ilk maça çıkmışınız ve kazanmışınız ertesi gün rövanş kelaminden formalite maçı var. o maça gitmek için önce dinlenmeniz lazım. çünkü ansızın çıktığınız maç sizi hazırlıksız yakalamış ve deli gibi uykunuz var. eve gidip horuldamaktan gayrı bir isteğiniz yok.
birden yüzünüz bir suret görüyor ve aman allahım diyor. daha bedenize değil neşter en ufak dikiş atılmamış geçmiştense sadece gelecekten konuşulduğu çağınıza ışınlanıyorsunuz.
çünkü anlatılmayacak kadar güzel ve masum, değil makyaj saçına boya bile sürmemiş bir dişiyi görüyorsunuz.
o saf heyacanı duyuyorsunuz birden. herşeyin güzel herkesin sözünün eri iyi ve kötü kavramının bu kadar girift olmadığı sınırlarının sanki kraliça victorya devri ingilteresindeki gibi net çizildiği o büyülü çağ tekrardan gelmiş oluyor.
kimseyle alacak verecek kimse ne sana ne sen başkasına kin duyuyorsun. hesaplar uzun vadeli görürmüyor anında atraksiyon yapılıyor ve hesap sonunda herşey unutulup hayata devam ediliyor zamanları.
o surete bakarsın bakarsın bakarsın durursun. hadi dese şu dibi kınalı dünyanın kıçına bir parmak atıp herşeyi sıfırlamaya gönüllüsündür.
sadece bir hadi yeter de artar bile. maksuda varmak mühim değildir aslında seni mesut eden o değildir.
hala ve hala bütün baskılara rağmen bütün darbelere rağmen sanki bir gerilla gibi heyacanlanabilmeyi saf heyacanı hissedebilme yetinin ölmediğini ve yaşadığını görürsün.
bütün hayalkırıklıklarına, yalanlara odlanlara, armutun sapı üzümün çöplerine, angaryalara, kokuşmuş hödük bürokrasiye, aldatmalara, komplolara ve karşı komplolar vesaire gibi bir kamyon yozluklar senin sevebilme güdünü yok etmemiştir.
işte bunun için yaşanılır. bir suret olsa bu gücün içinde olmasını bilmek daha kudretli baktırıyor insana.
hani milyon dolarlık bebek filminde morgan freeman elamanı bama güme bir kaç hamlede yamultuyor ya işte o hazzı alırsın.
ama ne yazık ki hayatın senden aldıklarını geri almak daha büyük bedellere mal oluyor.
beşkatlı binanın altıncı katı olduğuna inanmak ve belki gözgöre göre yanılmak olabilir. geçmişteki bütün kapılar kapanmıştır. zaten geçmiş bir avuç külden başka nedir ki?
sadece beklemek kalıyor, sadece beklemek. çünkü oyunda olduğun müddetçe her zaman kazanma şansın vardır.
belki bu kazanç insanı bambaşka alemlere hicranla elemle yelkenlerini şişirip postayabilir. ama şanş yüzdeleri yine devreye giriyor ve belki de neşeyle hüzünle yelkenleri şişirip postalar diyor.
yollar yolluklarından çıksa bile yollar yolluklarını bir şekilde tekrardan bulur. yazımı cemal süreya'nın 16 dize şiiri bitiriyorum;
doru at doğru at,
küfür diyorum bir saldırmama eylemidir.
insan süsüdür günah.
gömmeden önce biraz gezdirin beni.
zincir gibi öten ağaçkuşları.
çayım kurudu kahvem taşsökülür.
yeşil saçlı bataklık kızı.
yazgının bir günlüğüne güncelleşmesi.
gözlerinde ibni sina bozukluğu.
sazan pullarıyla örmüş kapısını.
kaç kuruşa elden çıkarmış alaska'sını?
her şey kış buğdayı içinde öğütüldü.
türler esridi kimse yok mu orada?
renkleri tek tek alırsan hepsi tarikat.
benim küçük kızçocuğu tanrım!
mitos, yitme n'olur!