ev

bir eve taşındım eski. bütünüyle etrafı ve eşrafı gözden uzak düşürmeyecek bir bakışı, konulacak her çiçek adına yaşam vaadi var. yarıda bırakılacak işler içinse umursamamak lüksüne sahip.

birinci gün üç kez duvarlardan pencerelere kadar adımladım evi ışık hesabımdan emin olmak için, bilime ihanet etmeyecek denli alıyor ayçiçeklerinden içeri güneşini.

bir şarkı; tahtanın hayatını dinlemek başkalarınca da günah.

ikinci gün düşünmemeye çalışırken evvelinden daha çok fikre sahip olmanın öfkesiyle anladım yakınlarındaki ilkokulda kör çocuk hiç yok. dönüp sağıma soluma tekrarladım soluk soluğa kör çocuk hiç yok kör çocuk hiç yok kör...

bir antlaşma; tanıdığım tüm o çocukların sesiyle biliyorum gün başlatan gün bitiren vakti.

üçüncü gün deyivermiş yollara oluk oluk sakal döken bir derviş:

''kilden odalara dönüp öldürülmüş celalilerin adıyla gersin kapkara perdesini aklıma ahlak''

saatim tutmasam kalbinden fırlayacak ve insan arıyor arayacak tüm yapılarda kural bu. harcında ne olursa olsun tüm evlerde ve tozlarda yine bu.
önce koridorda seni karşılayacak, fazla konukluktan ev sahipliğine terfi etmiş bir ayna sanki hep derine hep büyük büyülü geçmişin köklerine yürümüş sırlı gümüş bir su.

sonra nasılsa kırılmış başka aynanın parçaları tuzaklarla kaplıyor uzun doğuyu, giderek uzağa düşüyor giderek uzağa döşüyor. yeterli mesafeye gelinince ruh envanterinde ayrı bir kayıt açılacak, kırmızı kurşunlarla vurulmuş bir kalemce çizilecek kavmimin altı.

dördüncü gün.

sadece bach dinlerken düşülür omuzlarına haziranın
ve bir merdivenden diğerine götürecek gemiyi bekliyorum
affet üç gün daha güvertesinde yanmışsa saçlarım.