bundan bir kaç zaman önce yalnızca hayal kurarak yaşayamam artık basliğinda söyle bir girizgah yapmiştim.;

''graham greene'in korku bakanlığı adlı kitabında geçiyordu şu kelam;

'çok üzgünüm, elbisenizi kurtaramadım çok üzgünüm bayan chambers.'

bu sifreli kelamı ettikten sonra bunu sarf eden kişi makasla boğazını kesiyordu ve sizlere ömrü oluyordu.

bir ajandı bu adam. almanlar lehine ajanlık yapan yapan önemsiz bir halka.

ajanlığı bana dokunmadı. ama o sözleri sifreli de olsa alt duygusu dokundu.

çok üzgünüm elbisenizi kurtaramadım çok üzgünüm bayan chambers .''

aynı meale gelse de bu söz biaz benim hafızamın yanıltmasi biraz da artık ezbere değilde içlestirmemin sonucundan dolayi yanliş aksettirirdim.

şimdi diyeceksiniz ki bana edit diye bir şey var. hayır imla haricinde ne varsa editleyemem. cünkü kişi doğrularini editliyebilir mi kolay kolay? editleyemez. ama yalniş yazdiği seyleri de editlemelidir. cünkü bu etiğe uymaz. nasil ki söylenilen sözlerin geriye düzeltme sansi yoksa yazıların kelamlarindan imlasi hariç düzeltilmemesi gerekir. cünkü bu bir baslarsa 1984 gibi olur herşey inanacak bir hakikat kalmaz.

ben doğrusunu taktim edeyim bu yapmiş oldugum sabalaklıgın da günahını cekeyim.

önemsiz bir halka olan casus ford caliştiği terzihanede caktirmadan yüzleştirmeye getirilen önce rowe'u tanımıs ama tanımamazliğa gelmiştir. büyük bir soğukkanlılıkla bat bilmem kaç diye bir telefonu cevirir ve konusmaya baslar;

'elbiseniz bu sabah gönderildi efendim. gezinize cikmadan önce yeticeğini umarim. .. tesekkür ederim, efendim. son provada çok iyiydi' bu sırada casus ford'u baska kimlikle tanıyan daha önce ayarlanmiş davis arz-i endam eder ve ford'a aaa bay traver der. ama ford olmadiği belli eder ama yolun sonuna geldiğini çok iyi bilir. emredici bir sesle; 'hayır, efendim. son dakikada anladim ki yedek pantolon dikemeyeceğiz. imalatcılardan aynı desende kumas alamıyoruz, artık alamayacağiz da. hiç umudum yok.' ondan sonra bir odaya gider eline makas alır ve boğazını keser.

olay bu ama bu temelen yazabileceğim cok seyler var.

yazı sıkıcı olmaya basladi farkındayim.

ama o romanda nazar-i celbeden beni uzun zamandir cok düsündüren tolstoy'un kelimeleri raks etmekte kafamda.

alıntılar söyle idi;

ulusların birbirlerine olan düsmanlığı sonucu yaptığım kötülükleri, çektiğim acıları hatırladığımda, bütün bunları yurtseverlik ve ülkeye duyulan güçlü sevginin sebep olduğunu anladım.

isa bana, beni baştan cıkaran insanlığın tuzağını, öteki uluslardan kendimizi ayırmak için yaptığımızı öğretti: buna inanmazlık ederiz ve bir an unutkanlığa kapılarak başka ulusların birine düşmanlık belirince...'

graham greene araya kendi düsüncelerini serpistirerek tolstoy'un rusya gibi kocaman ülkede değil de keşke ufak bir kasabada yasasaymiş diyor. bir de niçin birbirimize yapacağimiz en kötü seyin birbirimizi öldürmek oldugunu öldürmek oldgunu zaten eninde sonunda herkesin ecel serbetini yudumlayacağini yazmakta.

kitabin ilerleyen sayfalarinda ise etraf mezbaha dönünce -doktorun ölmesi- arthur rowe tolstoy'u yeniden açar alti önceden kursun kalemle cizilmiş sonra silinmiş satirlari okur;

'bana iyi ve yüksek görününler , -yurt sevgisi ve ulus sevgisi- tiksindirici ve acınacak gelmeye başladılar. kötü ve utanç verci görünenleriyse -yurdu bir kenara atmak ve kozmopolitlik- şimdi tam aksi olarak iyi ve soylu sayıyorum'

arthur rowe bu satırları okuduktan sonra düsüncelere gark olur. 'ülkücülük şimdi karnında bir kursun ile simdi merdiven altında yatıyordu. rowe, doktoru onların fazla zorlamadıklarına inanıyordu artık. erdemlerinden aklıyla övünmesinden ve insanlığa karşı duydugu garip sevgiden yararlanmişlardi. oysa insanlık sevilmez, ancak insanlık sevilebilirdi'

kitaptan bir kaç kuble verdim. artık kendi satırlarima dönüyorum.

öyle ya da böyle inandığımız değerleri sonuna kadar savunmak hatta bunun ugruna yasarken ölmek gibi birşeyi nasıl kabul edebiliriz. her taraftan 'en iyisi teslim olmandir' telkinleri bombardiman ederken kendinizi iki ucu boklu değneklere nasıl katlanabiliriz?

teslim olsan bu sefer gururun yok olacak ve bir köleye dönüseceksin. teslim olmasan bu sefer gün gelecek neden dövüstüğünü unutacak sadece dövüşmek için dövüseceksin.

bazı zamanlar ise kosarak unutmak için herşeyi sil bastan yapmak için can atarsiniz. ama ne yazık ki hafızayi komple kaybetmek casinoda para kaybetmek kadar kolay birşey değildir.

her kapıda nöbetciler vardir. o kapılardan iceri girmezsiniz. koriorlard bir oraya bir buraya kosarsiniz. nöbetcisi olan kapilar ise sadece kabristana acilir.

hayat bu mu?

ya öl yahut yasa sanati mi?

istediğin gibi yasama sansi yok mu?

hayat kısa ve pahalı mı?

peki sonsuz yasami iskalayip crowdaki kaka adamlar gibi yasamak evla mi?

bir damla su için okyanuslari pas geçmek dogru mu?

bir varmıs bir yokmus da salincaklanmak mi?

ortasi yok mu bunun?

yok galiba.

ve içinde hiç yol olmayan bir ormana dalmiş bulunduk. geri dönüş yolu yok. istikamet belirsiz. körlemesine gidiyoruz vesselam....