okunsun diye yazılmış bütün yazılar, gönderilmiş bir mektuptur. gönderilmemiş mektuplar kadar içten olmayabilirler ama 'birşey' için yazıldıklarından daha gerçektirler. o 'birşey' nedir? ne olursa olsun, okuyanın zihninde tamamlanan 'birşey'dir. tıpkı birşey kelimesi gibi(!) yazdım, bekliyorum. ama yazımın eksik parçasını hiç bilemeyeceğim. zira bu eksik parça tek olmadığı gibi yazıyla anahtar kilit uyumu göstermez. en fazla farklı iki elmanın yarım parçaları...

belki tüm yazarların iç sıkıntısının kaynağı budur. milyar yıldır söylenecek sözlerin tükenmemiş olması bu 'anlaşılmama şüphesi'ndendir. okuyanın da arayıp bulamadığı o eksik birşey kendi zihnindedir.
...

"bir kasım akşamı, yağmur çiseliyor tren camının üstüne. yoldayım eve dönüyorum. tren ortamının ısısından çok telefondaki sıcak sohbet beni mayıştırmış, uykum var. öylesine mutlu ve güzel bir gün ertesinde halen etkisindeyken üstelik bu huzurun gözlerim tatlı bir yorgunluğa yenik düştü, düşecek.. trendeki hiç kimse umrumda değil, kalabalık umrum değil. sadece mutluluğun kokusuyla bezeli o düş sokaklarında onunla beraber yürüdüğüm hayalde olmak beni ilgilendiriyor o an. hayaller, uzun zamandır böylesine keyiflendirmemişti bünyemi.

konuşuyoruz, eğleniyoruz, dinliyoruz. saat su olmuş o gün, bizi peşinde sürüklemiş. biz sadece yaşamışız birbirimizi, şahit olmuşuz. biz olmanın keyfini sürmüşüz herkese göstererek.. mutluluğa alenen insanları şahit etmişiz. mezarımdan çıkıp böylesine koşabileceğime hiç inanmazdım oysa ki? camın buğusuna bir harf.. sonra bir harf daha.."

istanbul grilerini çekmiş yine üstüne. yağmur yağıyor yorgun ama bezmemiş bir halde. ısrarla ıslatıyor insanları. ama öyle bir yorgunluk seziliyor ki düşüşünden birazdan duracak diyorsunuz seyrederken. ancak o yağmaya devam ediyor. ıslatıyor kenti. istanbul a her daim beyazı yakıştıran ben bu düşüncemi yineliyorum, bu şehire katiyen beyaz yakışıyor. gri yoruyor bu şehiri, boğuyor. daha anlaşılmaz, daha yaşanmaz, daha çekilmez kılıyor. istanbul, kendinden bezmiş olan bu tarihi müze, grilerini çekince, huysuz bir ihtiyar gibi gözüküyor gözüme. arada sırada öksürüp aksırıyor. o da bize çile oluyor işte..

martılar.. ne kadar beyaz bir görünüme sahipler. şehiri imrendirebilecek kadar beyaz bedenleri. aynı istanbul gibi, suratları asık her daim. bir memnuniyetsizlik seziyorsunuz hep yüzünden. canını sıkan birşeyler varmış gibi duruyorlar. bindiğim vapurun penceresinden seyrederken, martı ve istanbul silüetinin gözüme iliştirdiği ahengi seziyorum. lakin ince bir ironiyle gözlerime gülümsüyorlar. telefonum çalıyor bu arada, arayan "aşk". nerede olduğumu soruyor, vapurdayım diye yanıtlıyorum. yanımda onun için yazdığım yazıların bulunduğu defterin olduğunu, bana hediye ettiği kaleminde elimde bulunduğunu söylüyorum. gülümsüyor, anında yansıyor bana. o ise ne giyeceğine karar vermekle meşgul. film izleyeceğiz bu gün beraber. hafta öncesinden planlanmış bir planı uyguluyoruz bu gün. biriken özlemi, heyecanla pekiştirip yola koyuldum bulaşacağımız alışveriş merkezine doğru. o rahat edebilsin, ulaşımı kolay olsun diye, onun evine yakın bir yerde izliyeceğiz filmi. başta yalnız olacağımızı düşünerek kurguladığım hayaller, yalnız olmayacağımızı öğrenmemle kırılsa bile, onunla olacağımı düşünmek bile bu kırıkları temizlemeye yetmişti. heyecanım, beni sabırsızlandırıyordu. hep böyle oluyor işte, ne zaman o düşse aklıma bir heyecan sağanağına tutuluyor içim.

iniyorum beşiktaş ta. yağmur tüketemedi kendini diye düşünüyorum, ıslatıyor. kendim için endişelenmiyorum zira, defter ıslanacak diye tüm telaşım. 9 sayfalık kendi el yazımla ona yazdığım mektup var içinde. geçenin kör saatlerinde, kör gözlerle yazdığım yazı. okusun diye ona götürüyorum, bu yüzden üzerimde bulunan en kıymetli eşyam o an o defter. beşiktaş tan kabataş a yüreyecek kadar vaktim var, yağmurda öyle tazecik yağıyorken kaçırayım istemedim, yürümeye başladım. defteri güzelce ıslanmayacak şekilde gizledim yağmurdan. bir gün önce bilet satışında bulunduğum stadın önünden geçerken, akşam ki maç aklıma geldi. boşverdim maçı, aşk beni bekliyordu.

tramvaya bindim, oturdum köşe bir koltuğa. hareket saatini beklerken, yoldan geçen arabalara ve insanlara bakıp, durum tahmin etmece oynamaya başladım çoğu zaman kendime kaldığım vakitler yaptığım gibi. ancak heyecanım düşünmeye izin vermiyordu. bana hediye ettiği kalemi çıkardım ufak çantamdan, defteri açtım. boş bir sayfaya rast gele düşüncelerimi karaladım bir süre. bu esnada hareket eden tramvayın camlarından şehir akmaya başladı. eski binalar birer birer kayıp gidiyorlardı gözümden. yol boyunca bu hal içerinin verdiği sıcaklıkla beraber uykumu getirdi. yazmayı bıraktım. yol uzundu nasılsa ve uyuyabilecek bir konumda olduğumu düşünerek cama yasladım başımı. uyurum diye düşünmüştüm ama bu mümkün olmadı. ahh o içimdeki heyecan. bu kezde ilk buluşmamız aklıma düşmüştü. gözlerimi kapadım, o güne gittim. sanki yeniden yaşıyormuşçasına o günün tadını damağımda hissettim. onu düşünmek, onunla geçirdiğimiz zamanları yeniden yaşamak, öyle muhteşem duygulara sebep olurken, şu an onun yanına gittiğimi düşününce heyecandan düzgün düşünememeye başlıyordum.

yol düşündüğümden uzun çıktı. ayrıca bir aktarma daha yapacaktım. istanbul bir ülke gibi. bir ucundan bir ucuna ulaşabilmek bazen saatler alabiliyor. insanlar uçakla 2 saatte nerelere gidiyorken ben şehirin içinde kendimi bir labirentte gibi hissettim. ufacık ama içinde kaybolma ihtimali bile var.. sabır ediyorum çünkü yolun diğer ucunda aşk var. üstelik özlem kokuyor bakışlarım, dindirmem lazım onsuzluk hissiyatımı. özlemişim hem de çok..

aktarma trenimden iniyorum bana tarif ettiği alışveriş merkezinin önünde.büyük bir yer burası, kocaman bir yapı. böyle mekanlar bende bir huzursuzluk yaratsa da giriyorum usul içeri. geçiyorum güvenlik kontrolünden. en alt kata kurulmuş piyanonun canlı sesi karşılıyor beni, dalmışım bi süre izlemeye. tuşlarda akıp giden parmaklar özendiriyor beni. gitarı bırakıp piyanoya mı başlasam diyorum içten içe. büyülü geliyor gerçekten sesi derken telefonum çalıyor, arayan aşk. bana bulundukları yeri söylüyor bir eczaneyi tarif ediyor. danışmaya soruyorum eczaneyi. danışmada bulunan kadının bakışlarının garipliğini eczaneyi bulunca anlıyorum. eczane bildiğin kadın güzellik malzemeleri satan bir yer. tabii ben bilmeden sordum bunu. bir sürpriz beni bekliyor, aşk bunu telefonda söyleyince ayaklarım öyle bir dolanıyor ki birbirine. annesinin de orada olduğunu öğreniyorum.

annesiyle tanışmıştık gerçi lakin konuşmamız öyle ayak üstü hal hatır sormadan öte değildi. bu kez uzun bir sohbet bizi bekliyordu anlaşılan. heyecanlı heyecanlı bana tarif edilen yere doğru ilerlemeye başladım lakin o heyecanla yolu karıştırdım biraz. aşk aradı ben gecikince, tarif etmeye başladı bulundukları yeri. bende etrafıma baka baka onların bulunduğu yere yaklaşmaya başladım, yaklaştığımı hissettikçe heyecanım biraz daha artıyordu. ellerim buzdu. gördüm onu, tüm güzelliğiyle karşımda duruyordu, el salladı beni görünce gülüşlerini takarak yüzüne. adımlarımı hızlandırarak yaklaştım ona, durdum tam karşısında. "annem eczanede" dedi sarılamayacağımızı belirtmek istercesine. bende sarılmadan öptüm onu. kafamı eczaneye doğru uzattım, annesini gördüm, o da beni gördü. başımla selam verdim, o da elinde ki şemsiyeyi gösterdi bana gülümseyerek. tırsmadım desem yalan olur. beni o halde gören aşk, sakinleştirmeye çalıştı beni bakışlarıyla.

biz kapının önünde beklemeye başladık annesini, o sırada konuşuyoruz ayak üstü. daha çok bakışlarımız konuşuyor. arkadaşıyla tanıştırdı bu arada beni aşk. daha önce telefonla konuştuğum bir insandı arkadaşı. bir konuda benimle fikir alışverişinde bulunmuştu. çok sıcak kanlı olduğu anlaşılıyordu hareketlerinden. kafamda yalnız olamayacağımız için oluşan kötümser düşünceler yavaş yavaş kaybolmaya başladı. gayet güzel ve farklı bir gün yaşayacağımıza dair işaretlerdi bunlar çünkü. annesi çıktı bu arada eczaneden, tokalaştık. öyle kibar bir insan ki, gerçekten kız arkadaşımın böyle bir annesi olduğu için sanırım şanslıyım. böylesine anlayışlı bir anne ne yalan söyleyeyim tanımadım bu zamana kadar. ayrıca bizim aramızdaki bağı biliyordu ve buna inanıyordu. yani annesinin onayını almıştım aşk ın. bu benim için gerçekten çok güzel ve farklı bir duyguydu. konuşa konuşa heyecanımı da kırmıştım artık. gün artık güzeldi benim için. herşey beklediğimden de iyi gidiyordu. annesi bizimle sinemaya gelmeyecekti, bu da güzel bir haberdi. gün tüm güzelliğiyle gülümsüyordu istanbul un tüm griliğine rağmen. ve ben nefes alışlarımın beni böylesine mutlu edebileceğine pek inanmazdım.

...

bir de sonu gelebilseydi keşke. aylardır ağlıyor bu yazı bana. tamamlanmayı bekliyordu, tükendin bugün, yazmayacağım gerisini.