dosta aşık olunabilir. bu o kadar da kötü bir şey değil; abinize, kız kardeşinize, halanıza filan aşık olmuyorsunuz neticede.

ama bunun bazen ne büyük bir haksızlık olabileceğini de bilmeli insan. size nedenini açıklamadan önce birkaç şey söylemeliyim;

eğer elini bile tutmadığınız biriyle yaşadığınız ilişkiyi ilişkiden saymayacak ve tarafları "sevgili" olarak kabul etmeyecek olursak, benim çok geç sayabileceğimiz bi yaşa kadar hiç sevgilim olmadı. şimdi ilk ciddi(!) ilişkinizden önceki sizi ve o halinizle aşka olan bakışınızı bi hatırlayın; işte, aynı sizin gibiydim; aşık olduğum adamı, öpmeye bile kıyamayacak kadar çok seviyordum. ve hala o çocukluğu beraberimde taşıdığım zamanlardı o zamanlar:

üniversitedeki ilk yılımda bir adam tanımıştım. ve bu tanışma onun "en talihsiz ve gereksiz tanışmalar listesi"ndeki iddialı yerini uzun bi süre korumuştu. yakın olduğunu sanan gerzek bir arkadaşımın, yiyişen çiftlerin yanındaki tek olma sıkıcılığını elimden almak için her hafta yanında getirip onayımı beklediği zavallıların en sonuncusuydu. bu ahlaksız niyetten (ki o zamanki gözlerle bakınca fazlasıyla ahlaksız geliyordu bana böyle şeyler) kendisinin de eklenerek sayımızı çiftlediği grup içerisindeki herkes haberdar olsa da, bugün bile eminim ki bu yeni gelenin en ufak bir fikri bile yoktu. ama benim gerzek arkadaş bozuntusunun bir yerden sonra terbiyesizlik sınırlarını zorlamaya başlaması üzerine, geri kalmayıp daha da terbiyesiz bir şekilde onun da olan bitenden haberdar olmasını sağlamıştım. "seni biriyle öpüşürken görmeden bu şehirden gitmeyeceğim ve fazlasıyla zamanım var bunun için." dedi, söylediği başka ve birbirinden bulantı cümlelerinin arasında. "nasılsa sana katlanmak zorundayım öyle değil mi?" dedim ben de, evet zorundaydım ve bu çok daha uzun bir hikayeydi. "öyleyse daha getirip tanıştıracağın onlarca arkadaşın olmalı, hepsi de senin gibi bi öküz olacağına göre sorun yok." sonra tabağımdaki yeni başlanmış ve daha fazla yenmeye mide bulunamamış yemeği onun tabağındakine boca ettim, "haftaya görüşürüz, daha konuşkan birilerini getir." deyip oradan ışınlandım. bizim zavallı yabancı hiçbir suçu yokken yerin dibine girmişti ama bu benim umrumda bile değildi tabi ki. kendimi bir halt zannettiğim için filan değil. asla değil. keşke öyle olsaydı.

ben sadece, uzun bi zaman önce (zaman göreceli bi kavram ve eğer acı çekiyorsanız çok daha uzun geliyor) ayrıldığım sevgilime aşıktım hala. ve yaşlı bir köpek gibi sürünüyordum. bundan kurtulmaya çalıştığım filan da yoktu. öyle böyle değil, bununla bir ömür yaşayabilmeyi umuyordum. onu sonsuza dek içimde yaşatmayı ve başka hiçbir hikayeye ait olmamayı planlıyordum. çünkü ben sözüm ona böyle şeyleri aşmıştım; benim ait olma, sahip olma bilmem ne gibi zorunlu insan ihtiyaçlarıyla işim yoktu. dolayısıyla, tanıştığımıza memnun olduğunu söyleyen bir erkeğe bile, şimdi bu benim yüreğimdeki temiz aşkı kirletecek paranoyası yüzünden "ben de" demedim bir süre. sanki milletin de işi gücü yok, tek dertleri benim gibi bi salak. her neyse, o çocuk ve hüzünlü zamanları daha fazla deşmek istemem. bir gün ne yazık ki yine talihsiz bir şekilde yeniden karşılaştık o yabancıyla. benden tiksinmiş olmak yerine, büyük bir incelikle gelip selam vermiş, hal hatır neyim sormuştu. o kadar utanmıştım ki; aslında hiç de pişman olmadığım o kabalığım yüzünden özür dilemek zorunda kaldım. "onu bilirsin, arkadaşısın, öküzün biridir işte. o denli terbiyesizleşince daha fazla sabır gösteremedim ." gibi bir şeyler zırvaladım. o da "anlıyorum." zırvalığına sarılarak beni biraz olsun rahatlattı tabi. e özür dilediğimize göre, o öküz arkadaşın ikimizi bir araya getirmek için çağırdığı yerlere de mecburen gittik sonraları. daha da sonraları birbirimize biraz ısınıp, onlarsız da bir yerlere gitmeyi keşfetmiştik. ve hikayenin en sonlarına doğru artık ikimizden biri, diğerinin olmadığı hiçbir yere gitmiyor olmuştu.

onu çok seviyordum. onu, o dönemlerde yanımda kalmış olan herkesten daha çok seviyordum. içimde saklayıp da kimseye göstermediğim ne kadar kırık dökük yara bere varsa, hepsini bir çırpıda döküp, onlardan sonsuza dek kurtuluyordum. beni dinlerken bütün dünyayı susturuyormuş gibi gelirdi. ona her şeyi anlatabiliyordum. ve pişman olmayı düşünmek şöyle dursun, onun yanından ayrıldığım anda, ona anlatılmaması gereken bir şeyleri anlattığımı bile unutur olmuştum; olur da çok sonraları tekrar konusu açılırsa, deli gibi bir hafızaya sahip olan ben, bunları ne zaman anlattım diye afallıyordum.

hiç unutmadığım bir şey daha var; bi keresinde nasıl olduysa, onun sigaranın dumanını içine çekmeyip öylece ağzından çıkardığını farketmiştim. hayretler içinde "sen... sen sigara içmiyorsun?!" diye kalakalmıştım. "evet" demişti utanarak. "peki ama neden? neden içiyormuş gibi yapman gerekiyor?" "iç diyorsun." demişti, hayatımda gördüğüm en tuhaf ifadeydi. hayır iç demiyordum, içmezse onu hemen oracıkta öldürebilirmişim gibi yapıyordum. daha doğrusu ben bunu bir kere yapınca, bir daha ısrar etmeme gerek kalmamıştı. o anda hatırlamıştım işte; ikimiz ilk defa beraber bir yere gittiğimizde, hızlı hızlı bir şeyler anlatırken sigara yakmış, ona da içip içmediğini sormadan uzatmıştım. elbetteki "ben sigara içmiyorum" demiştir, ben kimseyi dinlemiyormuşum evet, bunu da bana bi dostum pek çok şey için geç olan bir zamanda söyledi. sigara içiyor da benden almaya çekiniyor zannettiğimden (kıçtan durum üretmekte üstüme yok.) "alsana yaaa!" diye tehditkar bir vaziyette ısrar etmiştim ve o da uzattığım sigarayı yakmış, daha da kötüsü aylar boyunca o sigaraları içiyor gibi yapmıştı.

o benim hayalini kurmaya bile cesaret göstermediğim bir şeyimdi. isim filan aramamıştım ona, ama bir isim koymam gerektiğini söyleyenlere dostum dedim. dostumdu elbette. aşkı bilirdim; o asla güven veren bir şey değildi, huzur verdiğinde bile beraberinde hüznü ya da acıyı getirirdi. zaten sonunda da hepsini alıp giderdi işte. ama o kalacaktı. sonsuza dek kalacaktı ve bunu çok iyi biliyordum. bundan bir tek an için bile şüphe duymuyordum. o hep kalacak, benimle yine her bulunmuş fırsatta şehrin bütün sokaklarını dolaşacak, güvercinleri beslemem ve bunu yaparken deli gibi çığlıklar atmam için yem alacak, yavru kedileri benim için yakalayacak, ben onları mıncıklamaktan sıkılıncaya dek ellerinde tutacak, bazı geceler telefonumla uykusundan uyanıp, çektiğim aşk acısını uyutmayı beceren güzel şeyler, huzur veren ninniler söyleyecek.

ben sanmıştım ki o, ömrünün sonuna dek sigara içiyormuş gibi yapabilecek.

o benim karşıma çıkmış olan en güzel şeylerden biriydi. bu yüzden üst sınıflardan birinde okuyan, benden bir-iki yaş büyük bir kızın bir gün benimle konuşmak istediğini söyleyip sonrasında anlattığı şeyler beni çok heyecanlandırmıştı. beni her fırsatta onunla görürken kendini tükettiği çokça zamanın sonunda, onun sevgilim olmadığını duymanın mutluluğuyla soluğu yanımda almıştı. ona aşıktı. hayır, ona deli gibi aşıktı. benden, ne olduğunu bilmediği bir şey istiyordu, derdine, heyecanına iyi gelecek bir şey. onu yaptığı seçim sebebiyle tebrik ettim ilk iş, ne kadar haklı olduğu üzerine bir ton şey ekledim. ve dedim ki bunu bilmeye hakkı var, ne düşündüğü de asla önemli olmamalı, ben bir kez söyleyemedim ve geç kaldım, hala pişmanlığını duyarım sen de bunu yaşama, iki hafta sonra mezun olacak ve belki onu bir daha göremeyeceksin bile, bunu onu kaybetmeden önce yap, yoksa kendini asla bağışlayamayacaksın. yeterli cesarete sahip olmadığını söyledi ve buna rağmen büyük bir mutlulukla teşekkür edip gitti. ama son bir hafta kala tekrar geldi yanıma. dedi ki sen dostusun, ben buna asla cesaret gösteremem, benim için sen yap ne olur. elbette hemen sazan gibi atlayıp kabul ettim. kafeteryada beni bekleyen dostumun yanına giderken neredeyse o kız kadar heyecanlıydım.

her zaman yaptığı gibi dünyayı susturup beni dinledi. bense sanki o aşk benim hücrelerimde dolaşıyormuş gibi coşkuyla yaptım umut dolu konuşmamı. ama sözlerim bitmeden gözlerini benden ayırdı ve biter bitmez ayağa kalktı. ne olduğunu sordum, benden nefret eder gibi baktı. ilk defa benden nefret eder gibi baktı. ve korkuyla ne olduğunu tekrar sorduğumda bana dedi ki; "hep küçük bir çocuksun değil mi, büyükler bir şey istediğinde uslu uslu yerine getiren."

sonra defolup gitti...

sonra defolup gitti ve ben gecelerce ağladım. evet çocuktum ve hala nerde yanlış yaptığımı bulamıyordum. bunda anlayamayacak ne var, o kadar da salak olamazsın, o sana aşıktı, hep söyledik diyen arkadaşlarımı boğmak istedim yine o gecelerde. gitmesine birkaç gün kala, daha fazla dayanamayıp bunu ona soran bir mesaj attım. zor oldu. cevabı geç geldi. "dostluğunla yetinebilecek güçte değilim, affetme beni." diye yazmıştı.

onu hiçbir zaman affetmedim.

(ne?! onun benim için besleyip aşk dediği şey, benim ona olan sevgimin yanında neydi sanıyorsunuz? benim gibi bir salağı kaybeden o, onun gibi bir meleği kaybeden benden daha mı çok acı çekti sanıyorsunuz?)

ertesi gün -cumaydı- benimle kampüsün en sevdiğimiz yerinde, o ağacın altındaki tahta masada buluşmasını istedim. gelirim dememişti ama gelecekti. o gece bir tek an olsun uyumadım. aklımdan geçen her bir soruyu bugün bile hatırlıyorum. önümüzde yalnızca iki gün vardı. pazartesi o şehirden ayrılacaktık ve bir daha ne zaman bir araya gelebileceğimiz belli değildi. dedim ki kendime; bir insanın içinde kalmak ne demek bilir misin? bulup kaybetmek değil. sevip unutmak hiç değil. içinde kalmak. sen de öküz değilsin ya, bilirsin ne demek olduğunu. diğerlerinden ne kadar ağır olduğunu. nasılsa kaybettin. onu kaybettin. ama onun içinde kalma. içinde kalarak onun için ölümsüz olma.

kendime cesaret verecek her şeyi söyleyip, her yolu deneyip yanına gittim. konuşmuyordu. yüzüme bakmıyordu. korkuyordu çünkü. ben de korkuyordum, sesimin titreyişi ele vermiştir. dedim ki sizin bu isim sorununuzdan nefret ediyorum, sevgi sevgidir! onları yaşama şekliniz ne kadar da önemli böyle, illa kategorize edeceksiniz; dost seni hem sevip hem anlayandır, anne seni doğuran ve büyüyünceye dek seninle yaşayandır, sevgili seninle yatan ve belki ilerde çocuk yapandır, arkadaş birlikteyken eğlendiğindir vs vs... seni seviyorum. seni gerektiğinde kendimden bile önde tutarak seviyorum. buna aşk demedim ben, eğer dersem yüreğimdeki diğerini kendime açıklayamayacağım için olabilir. ama madem paylaşma biçiminiz belirliyor duygularınızın adını, bir şeyleri birlikte yaşadığım kişi adını aşk koyduğum o adam olmayacak, biliyorsun. görünüşe göre hayatımın pek çok yeri boş ha? dilediğin yeri alabilirsin. ben seni sevdiğimi söylüyorum işte, sen bu sevgiye dilediğin ismi seçebilirsin.

ne yani dedi, nereye istersem oraya sürüklenecek, buna da sevmek mi diyeceksin? evet dedim ben de. evet, biri bana böyle sürüklenebileceğini söylese, sevgisinden bir tek an bile şüphe etmezdim.

uzunca bir süre ne hissedeceğine karar veremedikten ve sustuktan sonra bana sarılmak için izin istemişti, sesi benimki kadar titreyerek. sarılmıştım ona. içimdeki o başka aşk, hiç sızlamadığı kadar sızlamıştı yerinde.

şimdi size, aşık olunan dostla sevgili olunduktan sonra neler değişiyor ondan söz edeyim. hayır söz etmeyeyim, ben bunun hakkında çok fazla şey bilmiyorum, benimki tuhaf bir hikayeydi. benim hikayem çocuktu daha, bu yüzden sevgili olununca hem her şey değişmiş, hem de hiçbir şey değişmemişti.

yine aynı yerlerde oturuyorsunuz ama aynı şeyleri konuşamıyorsunuz artık. artık diğerlerine yaptığınız gibi yaralarınızı saklıyor, "ne kadar da mutlu bir insanım"ı oynuyorsunuz. yine kuşlara yem veriyorsunuz ama dilediğiniz kadar çocuk olmaya, korkunç çığlıklar atmaya çekiniyorsunuz. yine onu sevdiğinizi söylüyorsunuz, ama o buna inanmadan önce en az bir kez düşünmek zorunda kalıyor. aynı sokaklarda dolaşıyorsunuz ama bu kez onu mutlu etmek için boşlukta aptalca sallanan elini tutmanız gerekiyor. artık sizin için ne kadar önemli olduğunu duymak istiyor hep, oysa eskiden sizin için önemi olan her şeyi dinlerdi. bir de "döndüğümde burada olacak mısın?" diye soruyor, dostunuzken sonsuza dek yanında olacağınızı bilirdi.

o son iki günü ve sonraki birkaçını anlatmayacağım, hayır, bir şey isteyeceğim sadece;

onlar size abinizden, ablanızdan, halanızdan, sevgilinizden daha yakınlar. dostlarınıza aşık olmayın. ne olursunuz, dostlarınıza aşık olmayın.