yalnız güneş olmalıydı bu kenti terk ettiğimde, yağmuru kendine yakıştırır çünkü. güneşli günde terk arzusu gitmemi kolaylaştırmaya yönelik bir saplantıdan ötesi değildi. zira gitmek bana her daim daha zor gelmiştir. asla sevemediğim şu yaz mevsiminde bilmem kaçıncı olmuştur birilerini uğurladığım. "kendine yetmeyi bil," demişti içlerinden biri; "her zaman yaptığın gibi..." evet, her zaman yaptığım gibi. hayatımın tüm konuklarını düşündüm, şu pek uzun kalmayanları. kendine yetmek denen şeyi öğrenmişsem bunun için onlara müteşekkir olmalıyım. ara ara çıkagelirlerdi hayatıma, gittiklerindeyse ben "orada" olmazdım. sessiz gidişler evladır, diye geçirirdim içimden. oldum olası vedaları sevmemişimdir. nasıl derler, senyor? despedida, tabii ya.

iki masa bir loşluk ötemde üçüncüyü yaktığınızı görüyorum, ben tüm bunları karalarken. ölçülüsünüz, bu iyi. adınız eduardo olmalı (güzel isim, doğrusu yakıştı) ve hiç olmadığınız kadar 27 duruyorsunuz. insan sarrafı sayılmam; ama siz sevgisi sessizlerdensiniz. şairane bir yolculuğun molasındasınız. bu çalan bizim valsimiz ve sizi temin ederim reklamlara fon müziği olmayacak ucuzca. belki gardel tangoları paklardı sizi, ama müzikten pek anlamazlar burdakiler dostum, mazur görün. tavandan üzerinize boşalan kan huzmesi sizi nasıl rahatsız etmiyor anlamıyorum, böylesi kör edici bir ışık... 74 yıl önce dün, ölümün falanjistlerin kolunda çıkageldiği o şafak vaktini ansıttı bana. ölümüm bir günah kadar çirkindi senyor, portakal yiyen çocuğu göremedim, balkonum zaten yoktu. salvador'un çizmediği ihanetleri fırçasında beklerken kurşun sesleriydi yanıbaşımdaki, halbuki kolalı etek hışırtıları duymak isterdim, bir santiago gecesinde. ya da elvira kemerindeki ayak seslerinizi senyor, ben geçişinizi beklerken, heybede zeytinlerim. leonardo'ya 'canta'larla süslediğim bir düğünü kana bulattım öncesinde, bir taş avludan yerma'nın cinayetinin çığlığı koparken. bernarda'ya yeni bir yas gözüktü oyunumda, don perlimpin seviştiği bahçelerde öldü. sizin anlayacağınız senyor en trajiği ozanın henüz yazmadığı kendi sonudur. ölümüm bir günah kadar çirkindi senyor, sierra eteklerinde iki kurşunla, fazladanı sevdiğim adamlar içindi, vuruldum.

iki masa bir loşluk ötemde sonuncuyu yaktığınızı görüyorum, ben tüm bunları anlatırken. fazlasını anlatacak değilim, zaten konuştuğumu söyleyemem, olsa olsa kelimeler üflüyorum loşluğa; size ulaştıklarında hepten dumanlaşmış oluyorlar. tüttürdüğümüz dumanlar dolaşıyor o zaman birbirine, bizim yerimize. valsimiz bitmek üzere, saat despedidaya üç kala. ve siz ceketinizi alıp arkanızdaki kapıdan şimdilik, benim vizyonumdansa sonsuza dek çıkmadan saniyeler evvel bizim için yazılabilecek en güzel sonu yazıyorum. hoşgeldiniz ve sayenizde bir despedidanın daha kıyısından döndüğüme mutluyum.