hani olur ya bazen tam anlamıyla içki marifetiyle zom olursunuz da ayılırsınız. kaybettiğiniz uyku uyuma istediğinin yerine hiç birşey koyamazsınız. sadece avanak avanak uykunuzun gelmesini beklersiniz. ama saatler geçmek bilmez. zaman geçirebilmek için bir atraksiyona girişecemeyecek kadar yorgun bezginizdir.

tam anlamıyla bir sınırdasınızdır. ne bir yere gidebilirsiniz ne de başka bir ülkeye. sanki elektirikler kesildiği için gümrükte takılı kalmış sahte pasaportlu mültecisindir.

aklıma erol evgin- çiğdem talu- melih kibar üçlüsü geliyor. bildiğiniz gibi melih kibar geçenlerde vefat etti. bir dakika 3 sene oldu vefatı. zaman ne kadar da hızlı geçiyor. sanki dün gibi. zamanın hızlı geçmesi ne kadar acımasız. bütün haşmeti ile insafsızca cufcufluyor zaman ve adamın tozunu bile bırakmıyor.

konuyu dağıtmayayım. melih kibar içindeki fırtınayı nihayet dindir çiğdem talu'nun yanına gitti. tek erol evgin kaldı o da standart rol modelliğini sürdürüyor.

bu ktsal üçlünün iki şarkısını üstüste koyduğum vakit önce hep böyle kal ile aldım başımı gidiyorumu mesela sözleri yorumlarında bir tablo karşıma çıkıyor.

bu tablo önce sarhoş olan bir adam açık yüreklikle hep o kişinin böyle kalmasını istirham ediyor. bunu da şu sebepleri öne sunarak ediyor;

herkes birşeyler aldı götürdü benden
kimi umutlarımı
kimi inançlarımı
kimi en güzel duygularımı

sen başkalarına benzeme sakın hep böyle kal hep böyle kal
hep bana yakın

herkes bir şeyler aldı götürdü benden
kimi bugünlerimi
kimi yarınlarımı
kimi en güzel duygularımı

ama heyhat hiç birşey değişmden kalmaz. hiç bir düşmana bile gerek yoktur. çünkü en büyük düşman zamandır. o hp böyle kal dediği kişi ne yazık ki öyle kalamıyor değişiyor. eh bunu da hesaba katarsak bir de söyleyen kişinin değiştiğine eklersek hesaba adisyon kabardıkça kabardı. nakitimiz kredi kartı versek olamıyor. zaten nakitte bir boka yaramayacak. bunun bedelini paşa paşa ödeyecek o kişi. büyük sukut-u hayal ile vitesi ikiye takıyor ve aldım başımı gidiyorum sahneye arz-ı endam ediyor;

gitgide yüreğime, ince bir sızı girse
gizli bir ateş beni yaksa da gidiyorum

ben bu hayattan,
aşktan, sevdadan
aldım payımı gidiyorum
günahlarımla, sevaplarımla
aldım başımı gidiyorum

her duygu yıpranmış, her bakış anlamsız
can bıkmış usanmış, can çökmüş zamansız
çek git diyor şeytan, git sessiz sedasız
ve gittiğin zaman
sanma ki bir kal diyen çıkar ardından

bu suretle kişi çarmıhını sürükliye sürükliye karanlıklar vadisine yol almaya bakar. öncelikle karanlıklar vadisinde karanlıktan başka birşey göremez. ama daha sonra alevlerin yalımlarını siyah mazt dumanları görür. sonrası ise meçhuldur. belki lethe ırmağının suyunu kana kana içmektir belki kharona bozukluğu toka etmek, belki de meçhule giden gemiye tek gidiş bilet almaya ama eninde sonunda birçok gidenin memnun olduğu ve dönmediği yola gitmek kim bilebilir?

italyanların napoliten şarkıları vardır bilirsiniz. napoliten çikolatayı da bilirsiniz. hani şu ufak tabletler haline karton kutudan çıkar. ölümsüz ambalaj tasarımı ve taddır. değiştirilmesine hiç gerek yoktur. işte bu napoliten şarkılarda o napoliten çikolatalar gibidir. kesin bir duru tad ve anlamlı.

işte bu tada uyan bir şarkı napoliten kalemininden. tu ca nun chiagne'dir. türkçe meali söyledir;

nasil da dağ taş askla dolu bu gece
senin o cildirtici güzeliğini bir daha göremeyeceğim!
ay isiginin maskelediği
bedeni ruhtan vazgeciren yorgunluga benziyor.

sen göz yaşlari dökmüyorsun,
ama ben yaşlarimi döküyorum
kahretsin nerdesin bu gece?
senle beraber olmak istiyorum!
senle beraber olmak istiyorum!
bu kör olasica gözler sadece seni görmek istiyor!

nasil da sukunetli daglar taşlar bu gece,
bende seni bir daha görmeyeceğimi tevekkulle kabul ettim.
herşey ölü yada uykuda.
sadece ben uyaniğim,
çünkü ask hülyasindan uyandim

breh breh sözlere bir bak. ne hazindir ki bir hülyadan uyanmak. ne hazin. ne bedbaht kişidir ki bir rüyadan uyanan kişi.

ama ama ne biliyor musunuz. yine de ne olursa olsun bir rüya görmek güzel birşeydir. hele ki rüyalarinizi çalanlara inat rüya görebilmek. bu belki ismini bilmediğiniz bir ağacın kurumuş yaprağına bakarak olur, ismini bilmediğiniz şarkıyı anımsamakla olur hatta kendi adınızı bile unutarak olur ama birşekilde olur işte.

zati teyfik fikret 'ebna-yı beşer birbirinin kardeşi... hülya! olsun, ben o hülyaya da bin canla inandım.' dememişmidir.

eh hakikat var mı yok mu derken bir hayale dönmüyor muyuz? dönüyoruz. bari hiç olmazsa tir edelim kelek hakikatlari sımsıkı birşeylere işte.

evet efendim adetim olduğu üzere bir şiirle bitiricem entryi. ekranlarınıza metin eloğlu'dan sofra adabı şiiri geliyor;

keşkek şu kazanda kaynar, benim bildiğim;
şu güveçte helmelenir fasulye.
kuzu şu karar ateşte çevrilir;
tuzlama şu tabağa konur ille.
yumurta şu sahana kırılır.
çorba mı? çorba şu kaşıkla içilir tabii,
hoşaf bu kaşıkla.
ister uskumru olsun, ister kolyoz,
ister orkinos, ister hanos,
balık şu bıçakla kesilir.
şarap siyahsa şu kadehe konur elbet,
beyazsa bu kadehe.
yavan ekmeği nasıl yersen ye...