''titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is,
ve göz gözü görmez bir sis değildik biz...'
değildik evet. mum ışığının o oryantalvari hareketleri eşliğinde, karanlığa meydan okuyup, ufacık bir ışığın altında çok şey anlattım ben sana. çok insan anlattım. çok insan eksilttik beraber. sayrısal tutkuları, sayrısal hayatları anlattım ben sana gözüm. gözlerim gözlerime değerken, nefesim de nefesine değiyordu, hatırlarsın. o titrek mum ışığının altında çok rakı içtik biz seninle, çok aşkımı anlattım ben sana.. mum söndü, hikaye bitmedi gözüm.
''beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla,
ve tarihle yargıla...''
beni bilimle anla derdim de gözüm, sen beni en masum halimde bile anlamadım. seviyorum, dediğimde, 'sevmek'in bazen yettiğini' hiç anlamadın sen! sen hiç felsefeyle de ilgilenmedin tanrıdan mülhem.. sen hiç gerisin geri baktığında, ardında bıraktığın beni ardında görmedin gözüm. iki gözüm. oysa ne çok şey paylaştık, ha? oysa ne çok delilik yaptık seninle. özentiliğin gözüne vururken gözüm, sarı ceketlerimizin cebinde yırtılmış fotoğraflar taşırdık seninle.. sonra, sonra unuttun sen hepsini. geride ben, o fotoğraflar ve kırık vodka şişeleri kaldı gözüm.
''bal değildir ölüm bana,
idam gül değildir bana,
geceler çok karanlık,
gel düşümdeki sevgilim,
ay ışığı yedir bana...''
şizofreni yalnız oynanmaz gözüm. şizofreni iki kişiliktir. geceler ay'dan mülhem zaten hep aydınlıktı; ay yoksa, titrek mum ışıklarının yardımıyla huş ağaçlarının altında anlattım ben sana deniz'i; dediği gibi, ay ışığının yıkadığı kumsalda gezdik seninle gözüm; birtakım biralar içip, birtakım gözyaşları döktük seninle; ama dedik ki, yılmadan, ama ağlayarak, kadar hönkürerek, dedik ki: hayat, yaşıyoruz be!
''duygu bana, öykü bana,
roman gibi her an bana
hücremde yalnızım gel,
gel düşümdeki sevgilim,''
sana anlatmıştım bu şarkı eşliğinde sevgilimi. sana anlatmıştım akdenize ayaklarımızı sokarken mağusa sahillerinde, fonda yine bu şarkı vardı gözüm. 'siktir et' derken de, 'takma' derken de, hep takıyormuşsun meğer gözüm, taktığında anladım. odamda yalnızım gel dediğimde, onun yanındaymışsın, gördüğümde anladım. düşümdeki sevgilimi çalarken de, aynı ekmeği paylaşırken de, aynı birayı yudumlarken de, götmüşsün gözüm, götmüşsün..
''biraz sonra asmaya götürecekler beni,
biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni,
hoşçakalın sevdiklerim;
dört mevsim, yedi kıta, mavi gök...
bütün doğa hoşçakalın...
hoşçakalın sevdalılar,
çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar,
sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar,
hoşçakalın...
hoşçakalın senfoniler, oyun havaları,
sevda türküleri ve şiirler.
bildirilerimizin ve seslerimizin yankılandığı şehirler.
dağlarında yürüdüğümüz toprak,
yalınayak eylem adımlarıyla geçtiğimiz nehirler hoşçakalın...
hoşçakalın ağız tatlarım;
sıcak çorbam, çayım, sigaram...
havalandırma sıram, banyo sıram, kelepçe sıram...
parkamı, kazağımı, eldivenlerimi, ayakkabılarımı,
ve kalemimi, ve saatimi,
ve kavgamı bıraktığım sevgili dostlar
hoşçakalın, hoşçakalın..''
evet, belki hiç kelepçe takıp girmediğim mahpusa, ama sen beni kelepçesiz soktun be gözüm 21 metre kare odanın içine. tecrit edildim. çıkamadım. bakamadım. kusamadım. haykıramadım. hücremde yalnızdım gözüm. her şeyimi bilen dostum sikerken beni, ellerim yerde, donuk donuk baktım ben gözüm. iki gözüm. mu kıtası'nda dahi haykırırken sevdiğimi, küçük bir adada, adam dediğim gözüm tarafından sikilmek, ne adamlığına sığdı, ne de insanlığa. sığ kaldı gözüm. yavan kaldı, yayan gitti, olmadı; kabullenemedim babuş. kardeşim derken, gözüm derken, anılarımı sikertip, diğer gözümü oyarken fark etmemem, benim hatam mı gözüm?!
''dostum bana, sevdam bana,
soluğunu geçir bana,
uyku tutmuyor gözüm,
anılar sıraya girdi.
gel anne süt içir bana.
...''
dostum dedim be babuş, sevda dedim, aşk dedim, aşık değil, aşk oldum ben aşk, dedim; anladım, dedin, nefesim nefesine çarparken o karanlık mağusa gecelerinde, uyuyamamanın sebebini hiç sormadın be gözüm. yara mısın allahını sikeyim, yat uyu lan artık! derken, ''nereden bileceksiniz'' dediğimi hiç duymadın be gözüm.. anılar, eksiltilmiş yaşamlar, bitmeyen geceler, çabuk biten dostuluklar, an çalıp, ansızın sikmeler, sikilmeler;
be hey toy çocuk.. sayrısal yaşamında artık ben yokum.. dönüp baktığında gerisin geri, geride ben hiç olmadım, olmayacağım.
hoşça kal gözüm, ulamalı.
***
şiir: ersin ergün (tam olarak şiir böyle değil)
derleme: ahmet kaya
müzik: (sanırım) ahmet kaya.
ve göz gözü görmez bir sis değildik biz...'
değildik evet. mum ışığının o oryantalvari hareketleri eşliğinde, karanlığa meydan okuyup, ufacık bir ışığın altında çok şey anlattım ben sana. çok insan anlattım. çok insan eksilttik beraber. sayrısal tutkuları, sayrısal hayatları anlattım ben sana gözüm. gözlerim gözlerime değerken, nefesim de nefesine değiyordu, hatırlarsın. o titrek mum ışığının altında çok rakı içtik biz seninle, çok aşkımı anlattım ben sana.. mum söndü, hikaye bitmedi gözüm.
''beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla,
ve tarihle yargıla...''
beni bilimle anla derdim de gözüm, sen beni en masum halimde bile anlamadım. seviyorum, dediğimde, 'sevmek'in bazen yettiğini' hiç anlamadın sen! sen hiç felsefeyle de ilgilenmedin tanrıdan mülhem.. sen hiç gerisin geri baktığında, ardında bıraktığın beni ardında görmedin gözüm. iki gözüm. oysa ne çok şey paylaştık, ha? oysa ne çok delilik yaptık seninle. özentiliğin gözüne vururken gözüm, sarı ceketlerimizin cebinde yırtılmış fotoğraflar taşırdık seninle.. sonra, sonra unuttun sen hepsini. geride ben, o fotoğraflar ve kırık vodka şişeleri kaldı gözüm.
''bal değildir ölüm bana,
idam gül değildir bana,
geceler çok karanlık,
gel düşümdeki sevgilim,
ay ışığı yedir bana...''
şizofreni yalnız oynanmaz gözüm. şizofreni iki kişiliktir. geceler ay'dan mülhem zaten hep aydınlıktı; ay yoksa, titrek mum ışıklarının yardımıyla huş ağaçlarının altında anlattım ben sana deniz'i; dediği gibi, ay ışığının yıkadığı kumsalda gezdik seninle gözüm; birtakım biralar içip, birtakım gözyaşları döktük seninle; ama dedik ki, yılmadan, ama ağlayarak, kadar hönkürerek, dedik ki: hayat, yaşıyoruz be!
''duygu bana, öykü bana,
roman gibi her an bana
hücremde yalnızım gel,
gel düşümdeki sevgilim,''
sana anlatmıştım bu şarkı eşliğinde sevgilimi. sana anlatmıştım akdenize ayaklarımızı sokarken mağusa sahillerinde, fonda yine bu şarkı vardı gözüm. 'siktir et' derken de, 'takma' derken de, hep takıyormuşsun meğer gözüm, taktığında anladım. odamda yalnızım gel dediğimde, onun yanındaymışsın, gördüğümde anladım. düşümdeki sevgilimi çalarken de, aynı ekmeği paylaşırken de, aynı birayı yudumlarken de, götmüşsün gözüm, götmüşsün..
''biraz sonra asmaya götürecekler beni,
biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni,
hoşçakalın sevdiklerim;
dört mevsim, yedi kıta, mavi gök...
bütün doğa hoşçakalın...
hoşçakalın sevdalılar,
çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar,
sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar,
hoşçakalın...
hoşçakalın senfoniler, oyun havaları,
sevda türküleri ve şiirler.
bildirilerimizin ve seslerimizin yankılandığı şehirler.
dağlarında yürüdüğümüz toprak,
yalınayak eylem adımlarıyla geçtiğimiz nehirler hoşçakalın...
hoşçakalın ağız tatlarım;
sıcak çorbam, çayım, sigaram...
havalandırma sıram, banyo sıram, kelepçe sıram...
parkamı, kazağımı, eldivenlerimi, ayakkabılarımı,
ve kalemimi, ve saatimi,
ve kavgamı bıraktığım sevgili dostlar
hoşçakalın, hoşçakalın..''
evet, belki hiç kelepçe takıp girmediğim mahpusa, ama sen beni kelepçesiz soktun be gözüm 21 metre kare odanın içine. tecrit edildim. çıkamadım. bakamadım. kusamadım. haykıramadım. hücremde yalnızdım gözüm. her şeyimi bilen dostum sikerken beni, ellerim yerde, donuk donuk baktım ben gözüm. iki gözüm. mu kıtası'nda dahi haykırırken sevdiğimi, küçük bir adada, adam dediğim gözüm tarafından sikilmek, ne adamlığına sığdı, ne de insanlığa. sığ kaldı gözüm. yavan kaldı, yayan gitti, olmadı; kabullenemedim babuş. kardeşim derken, gözüm derken, anılarımı sikertip, diğer gözümü oyarken fark etmemem, benim hatam mı gözüm?!
''dostum bana, sevdam bana,
soluğunu geçir bana,
uyku tutmuyor gözüm,
anılar sıraya girdi.
gel anne süt içir bana.
...''
dostum dedim be babuş, sevda dedim, aşk dedim, aşık değil, aşk oldum ben aşk, dedim; anladım, dedin, nefesim nefesine çarparken o karanlık mağusa gecelerinde, uyuyamamanın sebebini hiç sormadın be gözüm. yara mısın allahını sikeyim, yat uyu lan artık! derken, ''nereden bileceksiniz'' dediğimi hiç duymadın be gözüm.. anılar, eksiltilmiş yaşamlar, bitmeyen geceler, çabuk biten dostuluklar, an çalıp, ansızın sikmeler, sikilmeler;
be hey toy çocuk.. sayrısal yaşamında artık ben yokum.. dönüp baktığında gerisin geri, geride ben hiç olmadım, olmayacağım.
hoşça kal gözüm, ulamalı.
***
şiir: ersin ergün (tam olarak şiir böyle değil)
derleme: ahmet kaya
müzik: (sanırım) ahmet kaya.