o benim her şeyimdi

iddialı bir söz bu biliyorum ama babam beni ben yapan kişi olduğu için her şeyimdi. basit fizyolojik olaylardan bahsetmiyorum, spermin ovümü döllemesi ve bu spermin babama ait olması nedeniyle fizyolojik babam olmasından öte bir şey bu. babam bana hayatı iyisiyle kötüsüyle, seveceğimle nefret edeceğimle, eğleneceğimle ağlayacağımla tanıştıran kişiydi. bu nedenle beni ben yapan her şeyimdi.

ilk önce toprakla tanıştırmıştı beni. ' bak kızım bu öyle bir şey ki verdiğini asla inkar etmez, bir verir beş alırsın, onu seversen ona ait olan her şeyi seversin' demişti. sonrasında çiçeklerle tanıştırmıştı. 'çiçek nazlıdır, toprağa ekmekle işin bitmez, suyunu vereceksin, uygun ortamını bileceksin, gerekiyorsa güneşini gölgesini ayarlayacaksın ve en önemlisi de duygunu vereceksin yani seveceksin, dokunacaksın, konuşarak sevgini anlatacaksın'. okula başlayıp ta okuma yazmayı ilk öğrendiğimde bir kitap hediye ederek kitaplarla tanıştırmıştı beni. ' oku yavrum, ne kadar çok şey okur ve öğrenirsen hayat o kadar kolay gelir sana. kitapları seversen hiç yalnız, arkadaşsız kalmazsın'.

her öğrettiği doğru çıktı. toprak verimliydi, çiçekler sevildiğini gösterip etrafı güzel kokularıyla dolduruyordu, kitaplar elim onlara gittiği sürece beni yalnız bırakmıyordu.

öğretemediği tek şey ölüm oldu. belki de öğretmek istemedi diğer birçok şey gibi ölümde yaşayarak öğrenmem gereken şeylerden birisiydi. ama bunu da o mu yaşatarak öğretmek zorundaydı sanki!

hasta olduğunu söylediklerinde kabul etmek istemedim. hem de ne hastalık alzheimer. bu onun asla kabul edemeyeceği bir hastalıktı. elindeki kitaba saatlerce boş gözle bakıp başını kaldırdığında göz göze her gelişimizde gözlerindeki isyandan anlıyordum bunu. nerde kaldığını unutuyordu çünkü. kitabı her defasında ilk kez başlıyormuş gibi en başından okumaya başlıyordu yeniden, yeniden, yeniden. sayfalarca uzunluktaki kitapları bir gecede bitirebilen babam hastalığından sonra inadına başladığı kitabın hastalığı süresince (5 yıl) onuncu sayfasına bile gelemedi.

işten eve döndüğünde daha evin kapısından girmeden hemen yanlarına koştuğu çiçekleri gülleri, şebboyları, aslanağızları, yıldızları, oya ağacı günden güne onunla birlikte neşesini güzelliğini kaybediyordu. hastalığının son aylarından bir gece akşam balkonda otururken her zamanki yaptığı gibi oya ağacının çiçeğine uzandı ve kokladı. sonra bana döndü ve 'bu ne çiçeği' dedi. işte o an kabul ettim babamın hastalığını. açıkladım babama gözyaşlarımı saklayarak. ' oya ağacı babacığım, hani senin çok beğendiğin için izmirden fidanını aldığın, dantel çiçeğim diye sevdiğin'. bir an derin bir nefes aldı, bir bana bir oya ağacına baktı ve gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı.

'ben bu hallere düşecek adam mıydım!'

değildi, nasıl olabilirdi ki, o benim sırtımı dayadığım dağ, korkulardan sığındığım mağara, sevgi yumağım, hayatımın anlamıydı.

'abartma baba, bir şey olduğu yok, bak ilaçlarını içiyorsun, düzeleceksin' dedim sesimin titremesine izin vermeden. izin veremezdim sesimin titremesine, her şeyi anlardı sesimden. kilometrelerce uzaktayken ben telefondaki sesimden yalnızlığımı anlayıp sabah kapımda bulduğum o değil miydi. benim babam.

hastalık ne babama acıdı ne bize. önce yatağa düştü sonra vücudunu kontrol edemedi. bunları annemden öğreniyordum. uzaktaydım çünkü. yanına gidemiyordum. yanında olamayışımın tek nedeni işim değildi belkide. belkide onu öyle görmeye dayanamıyordum, bilmiyorum. son gittiğimiz doktor muayenesinde doktor hafızasını ölçmek için 'kim bunlar' diye annemle beni göstererek sorduğunda, ' o kızcağız beni sokakta gördü acıdı elimden tutup beni buraya getirdi' cevabını duyduktan sonra ilk otobüsle kaçmıştım o şehirden.

sonra bir gün bir telefon çaldı, bilinen beklenen ama hiç gelmesin istenen telefon. annem sesinin titremesini istese de gizleyemiyordu.
- kızım baban ağırlaştı, çabuk gelin.
tek bir damla yaş süzüldü gözlerimden, devamı gelmedi.
+ anne doğruyu söyle, onu son bir kez sağ görebileceğim, deniz mavisi gözlerinde boğulabileceğim, sarılabileceğim ümidiyle gelmeyeyim.
annem bıraktı kendini tutmayı.
- babanı kaybettik annecim, öldü.

hafızamda kalan sadece bu. onu, babamı, canımı, hayatımın anlamını bana ilk öğrettiği toprağa emanet ettim. bir gün yeniden buluşmak ümidiyle.

hayır baba, benden hoşçakal dememi bekleme, hep dediğin gibi,

görüşmek üzere babam görüşmek üzere, güle güle.