yazın dünyasındaki bugüne kadar yazılmış en güzel, en temiz nesirlerden biridir nezdimde. salık da verdim iskender'e; olur, dedi. izinsiz bu yazıyı aktarmayayım dedim. sanırım bu ilk aktarım olacak; zaten benden başka bir manyak da yoktur bunu böyle aktaracak. çok konuştum; yazayım.

(sayfa düzenine uyarak yazacağım)

wereyda

bembeyaz bir kağıt koyup önüne düşündün mü hiç, ben buraya
çizeceğim haritada nereye yerleşeceğim herkesten uzağa?! kimlere
sınırım olacak, kimlerle aramda kimler duracak; hangi denizlere
akan hangi nehirlerde yıkayacağım çok siyah kuğulara benzeyen
ayaklarımı?! bir zamanlar aşık olduğum insandan bir ültimatom
alacağım hava hafif kırsa, akşamüzerleri mütemadiyen kırk dereceyi
aşan bir sıcaklıkla yağmur yağıyorsa yeni vatanımın bütün hoyrat
şehirlerine yaylım ateşi misali; her hücrem yaralıysa, her arzum
vurulmuşsa, her umudum bir parça da terk ettiğim eski varyetemin
kulisinde tozlu bir sandıkta kaldıysa?! düşündün mü hiç?! bastığın
toz esrarın arasına düştü mü bir damla da gözyaşın?! ''benim biraz
uzaklaşmam lazım!'' deyip alelacele kalktığın o masaldan, o kalabalık
arkadaş grubundan, barın arka taraflarındaki tuvalete
geçip aynada kendine iki kelime laf ettin mi hiç?!

haritam nerede?!
kıskançlıklarımı, hırçınlıklarımı hırpaladığıma inandığım
hayatã® önemlerimi nerede neye kaptırdım?!

benim hovarda ilham kaynağım ne?! o büyük depresyon
ayaklanması?!

cevap vermek isterdim ama bu gece yeni bir roman yazmaya
başlayan bir sonbaharla ta uzaklardan ülkemizi ziyarete gelen
sevgilisi sm bir kurt ulumasını yemeye davet ettim: bir kemikli et
parçasını pirzolaya dönüştürmek için ona vuran ona vuran ona
vuran kasap kızartması, nazi kampları girişinde köfte ekmek satan
uyanık orta asyalı göçmenlerden söğüş, mümkünse ortaya;
liberalizm taraftarı orgazm taklidinde ilk beşe girenlerden fransız
mutfağı benzeri devrimbaz garnitür, peçete niyetine uygun
ölçülerde kesilmiş üç beş adet hollanda uyruklu faslı türk, tatlı
niyetine halkın uğruna her yerini doğradığı bir geniş kitle sanatçısı.
cemaati tam saatinde uyandıran bir lider tazyiki ile içimize
dolduruveren huşu, içimize dolan kimya yosması mineralizm, içimize
kudreti şarj eden buruşuk haritaların buruşuk yol ayrımlarındaki
buruşuk kaprisler!
ben senin adının başlarken kullanılan büyük harfi miyim?!
sen, siktir git! ben bu gece bu barda bir içki daha içip midemi
bulandıran bir katedrali yakacağım sana yakıştırdığım! ben
bu gece doğurduğum tüm nefretleri camii avlularına bırakıp
kaçacağım: hah, bebeğin sepetindeki not: 'bu ite bir tekme de
sen at, yumuşak olsun! meleklerin ağlarına tam doksandan takılsın!
lütfen, benim hatırım içim..'

bu tarifsiz afrika'da, kuzeyde, abd askerlerinin sokaklarda sıkça
tankla dolaştığı yerde, hiçbir işaret bulamıyorum burayı
tanımlayacak, burayı adlandıracak, herhangi bir ipucu verecek.
bindiğim uçak, bu belirsiz noktaya indirildi ve gizli görevlilerin
anlaşılmaz bir lisanla itip kaktıkları yolculuklarla beraber şu an göz
hapsinde tutulduğumuz tek yıldızlı otele getirildik. afrika'da
olduğumu varsayıyorum; çünkü kapalı bulunduğum odanın
penceresinden dışarı baktığımda siyahã® insanlar, uzakta bir buğulu
liman ve ezan sesinin gökyüzünü kesen çizgileri görünüyor. bütün
maceraperestlere küs birkaç da gemi. köhne ve solgun.
kuzeydeyiz; uçak o kadar uzun süre havada kalmadı. libya ya da
cezayir diye düşünüyorum. otelin önüne kurulu pazar, kalabalık ve
kalabalığı yararak geçen 1960'lardan kalma amerikan tanklarının
gıcırtılı paletlerine doğru horozlarını ve kazlarını atan oğlan çocukları
gülüşerek kaçışıyorlar. birbirlerine fırlattıkları cevizleri görüyorum.
yoksullukları, en büyük eğlence kaynakları.
sıradan, olağan bir ayrılıktan sonra kısa bir tatili hak ettiğime
inanmıştım; tavşan derisi valizime ihtiyacıma yetecek kadar insan
eti oldurmuş çalıştırğım yayınevine telefon edip yazı işleri
müdürüne birkaç aylığına uranüs'e gittiğimi söylemiş ve soluğu
havaalanında almıştım.

uçaklarda yemek servisinde hostesler biftek dağıtıyolarsa,
pilotların yerlerinde olup olmadıklarını kontrol etmek bazen iyi
sonuçlar doğurabilir. oysa, bu afrika ülkesinde, siyahã® insan
yemeye kalkışsanız etin pişip pişmediğini ya da yanıp yanmadığını
anlamayacaksınız. tüm etlerin kara olduğunu bir lokantada mönüye
doğru heyecanla uzanmak, benim için artık çok geç gerilerde kaldı.
belki, kaliteli bir madagaskar şarabı, belki, yanında içine çiğ pırasa
doldurulmuş lüfer, belki, üstüne, bu yaz sıcağında sevişebilmek için
güzel bir eskimo kızı.
bu otel odasında resepsiyondan birini bağlatmam mümkün değil;
en azından erkek kardeşimi arayıp yardım isteyebilmeliyim
telefona çıkan kişi, hiç bilmediğim bir dilde aynı sözcükleri söylüyor;
''wereyda! wereyda! wereyda!''

odanın duvarlarında hiçbir resim yok. tek kişilik bir yatak, tek
kişilik bir sehpa, tek kişilik bir kül tablası ve lamba, tek kişilk bir
plastik gardırop var topu topu. tuvalette ise tek kişilik bir ayna ve
tuvalet kağıdı. bir de not var ingilizce: 'dişlerinizi fırçalamak için
tuvalet fırçasını kullanmanızda sakınca bulunmamaktadır.' ama
fırça da yerinde değil.

wereyda?!
çok güzel bir isim olabilirmiş aslında. diyelim ki, aşırı sarhoş
olduğunuz bir gece, bölük pörçük, bir kadını, o kadının sizi bardan
çıkarışını, bir ara, apar topar, tuhaf bir yerde 'evet' dediğinizi, uzun
bir araba yolculuğu sonrası bir eve getirilişinizi, soyunduğunuzu ve
uyuduğunuzu hatırlıyorsunuz. uyandığınızda başucunuzda elinde
bir evlilik cüzdanıyla duran küçük, beş altı yaşlarında bir kız
çocuğu var. bir gece önce o kadınla evlenmişsiniz ve kadın
çocuğunu da size bırakarak ortalardan kaybolmuş. dilsiz bir kız
çocuğu, wereyda. okuma yazma da bilmiyor; o bilmemekle mutlu.
hep gülümsüyor. kolundaki künyede wereyda yazıyor. esmer. at
kuyruğu örülmüş saçları yere deyiyor. kırmızı, rugan pabuçları nasıl
da parlıyor. buzdolabında küflenmiş künyede kaşar, küflenmiş salça,
küflenmiş kırık yumurtalar, küflenmiş fasulye çorbası, küflenmiş
bir at kafası var. biraz pencereyi açmalı. içerisi kötü kokuyor
wereyda. buranın neresi olduğunu söylebilir misin bana
wereyda; tanımadğım bir yer. en işlek caddesi burası mı buranın;
buranın neresinden buradan çıkabilirim, özür dilerim, artık
çıkabiliriz wereyda?!
wereyda gidip televizyonun karşısına oturuyor ve kumandayla
televizyonu açıyor; oysa televizyonun ekranı çatlak ve görüntü
vermiyor. wereyda, kuzey afrika'da dağlık bir bölgede askerlerce
esir alınan militan babasını seyrediyor cnn'de. adam, bir şeyler
anlatmaya çalışıyor; sanki birine, birilerine vermeye çabaladığı bir
mesaj var. çocuğuna mı sesleniyor?! çocuğunu şiddetinden
korumayı istediği birinin adını mı duyurmak için bütün bu çabası?!
o kötü adam ben miyim wereyda?!
-''wereyda, çabuk çık o odadan; annen yanıldı wereyda! annen hep
yanıldı wereyda!''

diye bağırıyor, askerlerce sürüklenerek götürülürken.

ben, wereyda'ya ayrıldığım sevgilimi anlatmayı planlıyorum uzun
süredir; o, örtlülmüş saçlarına renkli mandallar tutturuyor. bunu bir,
filmde görmüş olmalı. kuzey afrika'da geçen bir filmde. nedense
bütün orospuların kötü koktuğu meselesine saplantılı, sansüre tabii
çalışmalar yapan ikinci sınıf bir yönetmenin orta yaş bunalımı
filmlerinden biri. kuzey afrika'nın sorunlu ailelerinde ensest ilişki
yaygınlığı üzerine, soft pornografik sahneler de içeren çok uzun
metraj bir film. wereyda, annesi bu filmi seyerederken gizlice
izlemiş hepsini. yönetmen, filmdeki kadınların saçlarına çeşitli
renklerde mandallar taktırmış. sarı mandal takanlar, saf kızlar.
kırmızı mandallılar, alkolik ev kadınları. bulaşık yıkarken şarap, ütü
yaparken votkalı bira içen. wereyda, henüz içki içmiyor.* filmin
sonlarına doğru büyüyecek olursa, bir kadeh çocuk vermutu
alabilirmiş.

telefondaki ses, bozuk bir türkçeyle:
-''wereyda gazetesi'nden sizinle görüşmeye geldiler..'', diyor.

adamla lobideki barda konuşmadan birkaç saat oturuyoruz; kibar
birine benziyor; yavruağzı takım bir elbise giymiş; kravat yerine
kurutulmuş kaplan penisi takmış. ardı ardına sigara yakıyor,
içmeden söndüyor. derin bir yara izi var boynunda, şah
damarının yakınlarında. kesik kesik öksürdükten sonra, ibranice:
-''sizi kurtarmayı gerçekten isterdim, diyor, ajansa haber olarak
geçmişler getirildiğinizi, aslında dışarı sızdırılmaması gereken bir
bilgi, ama, bilirsiniz, biz gazeteciler..''
gülümsüyor. içkisinden bir yudum daha alıyor. jack daniels.
-''neden buraya getirildim, ya da, getirildik?! bir tür rehin miyiz?!''
-''bu konuda kimse açıklama yapmıyor. yapamıyor. matematiğin
dışında bir durum. yani matematiksel bir yorumu yok. tamamen
duygusal bir davranış sergilemiş. cehennemin kapısı. ya da,
zebanilerle yüzleşme seansı. hangisini tercih edersiniz..''
-''neresi burası?! hiç değilse bunu söyleyebilirsiniz bana..''
-''yasak. inanmıyorsunuz, ama yasak. bizim yaladğımız yerin
adını söylememiz uzun zamandır yasak.''
-''peki, wereyda ne demek, nece bu kelime?!''
-''sözlükler toplatılıp yakılalı yaklaşık elli yıl geçti. yeni nesil
kullandığı hiçbir kelimenin anlamını bilmez.''
-''siz.. siz yaşça büyüksünüz. belki hatırlıyorsunuzdur.''
-''eee, aslında, bir şeyler çağrıştırmıyor değil. bir tanrıça adı
olabilir. ya da felsefi bir terim. gündelik yaşamda pek
kullanılmayan bir kelime.''
-''lütfen, biraz zorlayın kendinizi..''
adam, çenesini ovuşturarak düşünüyor:
-''gazeteye girdiğimde yirmili yaşlardaydım. yazı işleri müdürü bir
toplantıya almıştı yeni kadroyu. galiba orada, gazetenin toplumdaki
işlevi üzerine konuşurken wereyda'ya da değinmişti.. eee...''
-''hadi, lütfen, hatırlamaya çalışın..''
-''inanın, hatırlamıyorum.. ama hüzünlü bir şeyler kalmış aklımda..
yani, o konuşmayı düşününce aklıma gelen ilk şey hüzün..'

ilk şey hüzün. neden bir hikayenin adı olmasın?! kritik
hayatlara değinen, kritik hayatları deşifre eden, mecazi
aydınlanmaları körelten, yalan dostlukları çürüten, asıl amacının
dışına taşıp belki biraz da hırçın ve katı davranmayı temalarının
ardına gizleyen hikayelerinden oluşmuş bir kitap. birkaç forma.
hikayelerden birinin adı da wereyda olmalı. peki ama, ne
anlatılmalı o hikayede? başımdan geçenleri ortaçağ kültürü'ne
taşıyabilirim orada; küçük bir kız çocuğundan, onun beni terk edip
giden annesinden, gizemli bir gazeteciden, emperyalizmin yalnızca
görüntülerinden söz edebilirim; mekansızlık duygusu da bulunmalı
yer yer; amnezinin önce çıktığı, sarsılmışlığın entelüktüelizmin önüne
geçtiği, metropolden varoşlara kayan bir anlamsız kelime gibi,
örneğin wereyda; o tür bir hikaye. kimsenin ilgisini çekmemeli.
aniden ortadan kaybolan bir arkadaş edası. kalabalık yüzünden
ortadan kaybolduğu fark edilmeyen bir arkadaş. bir daha
anılmayacak; kim bilir, bir sohbet esnasında hatırlanacak yıllar
sonra. böyle biri vardı. doğru. vardı. şimdi yok. ne zamandır
yok?! bilinmiyor.

ilk şey hüzün. wereyda!

kırık bir totemin adı.
beyazlara karşı direnen afrikalı siyahi bir kadın şarkıcının adı.
yalnızca savaş suçlularının alındığı bir barın adı.
piyasaya yeni sürülen bir enerji içeceğinin adı.
saddam'ın chat'teki nickname'i.
kokainde bulunan vitaminin adı.
vicdan muhasebesi esnasında girilen kısa süreli şok döneminin adı.
''ilk şey hüzün'' başlıklı hikayenin yazarının adı.
wereyda: yaşadığımız gezende diğer samanyollarına verilen ad.

küçük iskender