saatine baktı, vakit yaklaşmıştı. birazdan gelecekti yoldaşı, onun durumunu bilmiyordu ama kendisi güvenli gelmişti. aniden saçlarını düzeltme ihtiyacı hissetti, düzelttikten sonra kendisi de anlam veremedi davranışına, gülümsedi. bir sigara içmek iyi gelecekti, ama yakışık almazdı burada. anadolu yakası'nın ne zamandır özlediği rehavetini içine çekti, buluşacakları duraklara doğru ilerledi.
bir süredir görmek istediği özel birisiydi, durumu iyi değildi biliyordu. çok ağır tahribatla çıkmıştı süreçten, şimdi 10 yıldır zaman zaman yaşadığının bile farkında olmadan yaşıyordu. zafer ayarlamıştı ya bu randevuyu, geç kalmazdı herhalde. değerli biriydi, hala basılan kitaplarda adına rastlanıyordu. buna rağmen örgüt, görüşülmesinden pek hoşnut olmuyordu, herhalde yaşarların evinde kaldıkları için. işte ara sıra cezaevinden çıkan birilerinin ısrarıyla böyle bir imkan doğuyordu.
işte ara sıra cezaevinden çıkan birilerinin ısrarıyla böyle bir imkan doğuyordu. 4-5 ay önce hasanlar tahliye olduğunda da gidebilirdi, ama pek canı istememişti. kendisinden o kadar kahramanca bahsedilen birini bu halde görmek... hem yaşarlar konusunda da sıkıntılıydı, dedikleri gibi bir ihanet varsa, ama oraya gittiğinde mecbur bir çay içmek bir halbihal etmek gerekirdi.
bu düşüncelere dalmışken zafer yaklaştı uzaktan, hala paytak paytak yürüyordu. herhalde uzun mesafelere alışamamıştı daha, kocaman gülümsedi, karşılık verdi kız. zafer oldukça rahat gözüküyordu, güvenliğin bu kadar önem taşıdığı bir zamanda bunu nasıl başarıyordu, bak koltuğunun altında da yeni yüzyıl, solcu olduğu her halinden belli üstelik, bunu konuşmak gerekecekti. biraz çattı kaşlarını, her şeyin yolunda olup olmadığını sordu, zafer aynı boş bakışlarla gülümsedi. gidecekleri evin zaten bütün ülkedeki en deşifre yer olduğunu, merkez komite üyesi olduğu herkesçe bilinen birisinin yaşadığını söyledi, yine gülümsedi, güvenliğin pek önemi kalmıyordu.
durakların diğer kısmına doğru ilerlediler, çingene çiçekçilerle burun buruna geldiler. bir kadın bir erkek, gül yakışık alırdı, bunu istemediler, karanfil sordular, ama kırmızı yoktu, ablaları onlara penbeli beyazlı bir buket yapsın mıydı. çiçekleri aldılar biraz pazarlıkla, kokularına para ödemediler ve karanfil kokularını burunlarına bedavadan çeke çeke otobüse bindiler. elektronik ses çıkaran biletler çıkmıştı, sahtelerinin artmasının bir sonucu olarak, bu yüzden biletlerini iett gişesinden almışlardı, sınırlı paralarını heba etmemek için. bu sıcak saatlerde otobüsler boş oluyordu neyseki, işe giden işten gelen yoktu. bilindik bir refleksle en arka koltuğa ilerlediler, zafer ısrar etmese belki birlikte oturmazlardı. çok konuşmadılar, binenleri dikkatle, yolları dikkatsizce izlemekle yetindiler.
kapıyı karısı açtı, yaşar evde yoktu. bu biraz rahatlatmıştı içini, ama bütün aile için kötü şeyler söylenmişti. çay ikram etti kadın, biraz sohbet ettiler, kadının konuştuğu zaferdi aslında. nerelerde kimlerle yatmıştı, niğdedeki firar deneyimi, ortak arkadaşlar. gülüyorlardı her konuştuklarına, kadın gözlerinin içine kadar gülüyordu, hayret etti. konuştuklarına kaptırmıştı kendini, onlarla gülmeye başladı. kadının sıradan bir hali vardı, bilindik bir evkadını gibi, oysa anlatılanlar birçok çatışmaya girdiği yönündeydi. yaşar'dan önce bir başkasıyla birlikteydi, 82'de şehit düşmüştü kocası ve şimdi yaşarla. gülmeyi kesti, bu hiç hoşuna gitmemişti. ama anlatılanları dinlemeyi kesemiyordu.
ikinci çayı bittiğinde kadın davrandı, hayır anlamına gelecek bir el işaretiyle kesti bu hareketini, "ayten'i görebilir miyiz" diye sordu. kadın ayten'in henüz uyuduğunu birazdan kalkacağını söyleyip zafer'e döndü, eskilerden devam ettiler.
ayten'in odasına girdiklerinde çok korkunç bir manzarayla karşılaşmayı bekliyorlardı. delirmiş sağından solundan zincirli belki ya da darmadağınık, pislik içinde. fakat aksine dalgalı siyah saçları iki yana düzgünce taranmış, odası derli toplu ve oldukça güzel bir genç kadındı karşılarındaki. ilk şaşkınlığını atlattıktan sonra az önce kızdığı kadının eseri olduğunu anladı bunların. ayten, boş boş bakıyordu, zafer'i tanımadı, halbuki onca yıldır birlikte çalışmaları bir yana uzaktan akraba da olurlardı. selam verdiler, bu kadar uzun saçları her sabah taramak, biraz önce öfke duyduğu kadına saygı duyuyordu şimdi. dalgınlığını atlattı, elindeki karanfilleri uzattı ayten'e.
ayten'in bakışları değişti bir an için, çiçeklere bakarken kendisinden geçecek gibiydi, sert bir el hareketiyle göğsünü itti zaferin, kızın yanına vardı. bir tokat çınladı kulağında, ne olduğunu anlamadan çiçekleri elinden aldı ayten, parçalayıp odanın uzak bir köşesine doğru fırlattı. odadan çıktılar.
kadın, mahçup özür diledi, açıklamaya çalıştı. 80'lerde itirafçıları, teslim olanları koydukları odalar pembeydi ve ayten ölüm orucunda bilincini yitirince tedavi dönüşü "sen çözüldün" diyerek böyle bir odaya koymuşlardı. orada hiçbir şey hatırlayamadığından duygusal olarak çok hasar görmüştü, belki bu kadar kötü olmazdı durumu eğer oradaki süreci yaşamamış olsa.

***

10 bültenini yetiştirip üst kata bir sigara içmeye çıktı. kahvesini alıp en yakın sandalyeye attı kendisini. sigara içmek için ofisten ayrılmayı sevmiyordu, sigara içmeyi de ne zamandır sevmiyordu bu nedenle. bahadır yanına oturdu, sormadan. bu davranış spor servisindeki herkesin ortak ruh haliydi, ama zaten yeterince samimiydiler de. bir şeyler anlattı, güldüler. kahve bitmeye yakın izin istedi bahadır'dan, reuters asya kaydını geçecekti.

ofis her zamaki gibi, ünal oturmuş masaya şakalaşıyor, diğerleri ya telefonda ya bilgisayar başında, burada kendisinden başka çalışan kimse yok muydu. kaydı almak için kasedi sürdü, beklemeye başladı. ünal'a dönüp gülümsedi, sevgilisine dair espri yaptı hatta. ünal bozuldu buna, araları kötü olmalı, eşcinsellerin ilişkileri fazla inişli çıkışlı oluyordu. düşünürken monitörde geri sayım başladı, kaydetme tuşuna basıp bir adım geri attı ve kaydı izlemeye koyuldu. sol ayağını kaldırdı, sadece topuğu yerde, ellerini önünde bağlı, ofiste tek çalışan oydu zaten, bu çok sevdiği duruşun tam sırasıydı.
birazdan toplantıya girecek, günün başlıkları ile haberlerden bahsedecekti. kimse bunlara dair bir şey demeyecekti, dış haberler ne önem taşırdı ki zaten. bu arada ekrana takıldı, yaşını başını almış bir sürü japon pembe giysiler içinde stad gibi bir yerde toplanıyorlardı. anniversary diyordu bülten kaydında, iyi de neyin yıldönümü. şaşkın izledi. insanlar gerçekten susukun ve üzgündüler, her biri kayıp bir şeyler arıyor gibiydi, oturdukları yere sımsıkı yapışmış izliyorlardı.
görüntü kaydı bitmişti, gelen metinlere baktı, hiroşima'nın yıldönümü diyordu. yazın olmuştu hiroşima, yazın mı atmışlardı bombayı, klimaya biraz daha yaklaştı. bu rezil sıcaklara 3-5 dakika bile dayanamazken o, oraya bomba mı atmışlardı, insanlar bu kadar acıyı yaz vakti...
ünal'a söyledi bunu ve niye pembe giyiyorlar anmada bunu merak etmişti. her şeyi çok bilen ünal açıkladı: "uzak asya'da pembe yas rengi, siyah mutluluğu temsil ediyor" ünal çok güldü buna.
üzerinde daha fazla düşünmedi öğle bültenini hazırlamaya koyuldu.

***

iki gerçek öyküyle üçüncü rengi tamamladık, pembe gökkuşağında bulunmuyor diyene çok özel küfrederim haberi olsun.