bir ürperti hissetti sırtında, birisi mi yaklaşıyordu, bir el mesela, yakınlarında bir el olabilir miydi. adımlarını hızlandırdı, eminönü kalabalığına bir an önce kavuşmak için, tedirgindi. kar yağıyordu ve kar hiç de romantik değil, kar kokuları örtüyordu, soğukla da birleşince hissizleştiriyordu işte. seslere doğru yöneldi, eminönü'nün gece gündüz durmayan tempolu sesleri, yaklaşıyordu.
arkasından ayak sesleri yaklaştı, sivri burunlu ve sert tabanlı bir ayakkabı olmalıydı, numarası da büyük... sesler arkadan yaklaşıyordu, koklamaya çalıştı, ama kar etkisini gösteriyordu. hızlandı, ayak sesleri de hızlandı, yavaşlamayı denedi, belki çevrede birileri olabilirdi, ayak sesleri daha da hızlandı.
aniden dirseğinde ve karnında hissetti ayak seslerinin sahibini, sertçe koluna girmişti adam. adam olduğundan emindi artık, eli, boyu ve ayak seslerinden bu anlaşılıyordu. direnmedi, direnmesinin anlamı yoktu, merak etti sadece bu hareketin ne anlama geldiğini. yardımcı olabileceğini söyledi adam, kabaydı sesi. teşekkür etti, ihtiyacının olmadığını söyledi, çevredeki seslere kulak kabarttı. adam ısrar etti, eminönü yönünde ilerlediler.
adam aceleciydi ve zorunlu olarak küçük adımlar atması gerektiğini anlamıyordu, neredeyse çekiştirerek yürütüyordu. sert bir hareketle sağa döndüler, kestirme olacağını söyledi adam. itirazı boşaydı, çarşının merdivenlerini indiler. tedirgindi. kolunu bırakmadan biraz açığa doğru sertçe ittirdi adam, kötü bir gülüş ve çok rahatsız edici bir dille istediğini söyledi. itiraz etmesi anlamsızdı ve bağırırsa daha kötü olacağına annesi ve eşi üzerine yemin etmişti adam. başını sertçe aşağı ittirdi, ağzının içine dolan ekşi ve iğreti tadı tanıyordu artık, tadlar rehberine yenisini ekleyebilirdi. adam işini bitirdi, dönüp kustu kadın dizlerinin üzerinde karın soğuğuyla. adam kızdı buna, küfretti, bağırdı. çantasını istedi, direnmesi boşaydı. adam bir şeyle vurdu başına, çantayı aldı. vurmaya, tekmelemeye, küfretmeye devam etti adam, hırsını alana kadar.

dizlerinin üzerinde durabilecek hali kalmamıştı yığıldı, bir sıcaklık vardı başından akan, karlar en çok oraya doluyordu. acıyla karları düşündü, hep beyaz diye anlatırlardı karları, beyaz güzel bir şey olmalıydı, mutlu oluyordu insanlar bununla. buradan kalkıp gitme şansı yoktu birileri onu bulana kadar, bağıracak halde değildi, ağzını açar açmaz kusmaya başlıyordu. katlanabilir bastonunu aldı, katladı, birileri üzerine basıp kırsın istemezdi.

karlar, ömrü boyunca lacivert olmuştu, öyle kalacaktı.

lacivert bir örtü kaplıyordu, eminönü'nü, sesler geliyordu hala.

***

kalabalıkla ilerledi, aslında ilerlemek denmez buna sürüklendi, meyve kasası gibi mesela. garip bir hal, korkuyordu ve ayaklarını hissetmiyordu nerdeyse, sanki kalabalık büyülü sözlerle yerinden kaldırıp daha önlere doğru uçuruyordu onu.
eylemden hemen önce gitmişti, buna rağmen tuvalete gitmesi gerektiğini hissetti. kendine bunun korkudan olup olmadığını sordu, kendi güldü, elbette korkudandı. korkması için aslında bir sebep yoktu, kalabalıktılar, polisin saldıracağı bir durum da yoktu, yoksa var mıydı ya da gerçekten çatışmayacaklarsa niye barikatın dibine kadar girmişlerdi. polislere bakıyordu, bir yandan arkadaşlarına eşlik ederken. pis pis sırıtıyordu polisler, şeflerinin göremeyeceği açıları yakalayıp el hareketleri yapıyorlardı. kalabalıktan birileri benzer hareketlerle cevap veriyordu onlara, genelde erkekler tabii. kalabalık sesini yükselterek ve daha da ileriye yaklaşarak hep birlikte cevap veriyordu.
bağırmaktan yorulmuştu, ama bağırmazsa daha da korkacağını biliyordu. anons sesleri geliyordu arkadaki panzerden, duyamıyordu, duysa daha çok korkacaktı. oysa hemen ilerisi kızılay, ne çok severdi gima'nın köşesini. sıcakta içeriye postaneye doğru çekerdi ayakları onu, loş gölgesini severdi postanenin, soğukta bazen gimanın üstkatına girer sığınırdı. tanju nasıl olsa orada bulurdu onu. koca bir yıl dershaneden her kaçışında buraya atmıştı kendini, tanjuyla burada buluşmuşlardı ilk, ilk burada elini tutmuştu, keşke şimdi de burada olup elini tutsaydı.

kalabalık dalgalandı aniden, ıslık çalarak bir şey geldi yüzüne doğru. tam alnına çarptı, bu arada sert eller bu sefer geriye doğru sürüklediler. sürüklenmeyi daha fazla kabul edemezdi, ayaklarını yere basmayı denedi. düştü, postallar geçiyordu önünden, her geçişlerinde bir oyun oynarmış gibi işaret bırakıyorlardı üstünde, sanki ebeleniyordu her postal çiftinde. iyice kapandı, dirsekleriyle kafasını, elleriyle yüzünü sardı, lacivert ordunun geçişini parmaklarının arasındaki küçük boşluktan izledi. alnındaki kan saçlarına bulaştı, oysa tanju kıyamazdı o saçları okşamaya bile.

***
sıkıca kavradı elini çocuğun, koca pazar yeri belli mi olur. kendi çocukluğunu hatırladı abilerinin yanına onu da katıp besni'ye götürmüşlerdi, ilhan abisi büyüdüğünü söyleyip inat etmiş tutmamıştı kimsenin elini, kaybolmuştu. e ora besni, bir tanıyan eden çıkıyor, bulunuyor, burda kaybolsa çocuk koca şehir, daha sıkı kavradı elini. çocuğun eli acıdı, mızmızlandı, az önce gördüğü kırmızı kocaman kamyonda da gözü kalmıştı, yapacak şey yoktu. biraz daha mızmızlansa çakacaktı tokadı, hazırlandı eli, vazgeçti. tokat korkusu belli ki tokattan etkili olmuştu sustu çocuk, koca kara gözlerini annesine çevirdi, bir şey demedi.
alt tarafı birkaç bayramlık alacaklardı, ama ihtiyaçlar çok, paranın yarısı bitmişti bile. daha fazla oyalanmadan çocuğun kıyafetlerini alıp çıkmak lazımdı. bir tezgaha yaklaştılar, kalabalık uğulduyordu tezgahın önünde. oğlana pantolon baktıklarını söyledi, adam yılların ustalığıyla bir bakışta aldı çocuğun ölçüsünü, aynı ustalıkla annenin neyi beğeneceğini de anladı, kancalı sopasını kaldırıp askıdan bir pantolon yakaladı, uzattı. birkaç güzel söz söyledi, bir giysindi delikanlı.
çocuk huzursuzlandı, hem delikanlı diyorlar hem de bu kalabalık içinde soyunmasını istiyorlardı, olacak iş değil. tokat tehidi daha barizdi bu sefer, ikiletmedi soyundu çocuk. üzerine olmuştu pantolon, ama şimdi çıkar demelerine anlam veremedi, madem alacaklardı, niye çıkarıyordu. kadın fiyatını sordu, pazarlık için uygun bir hareketle katlayıp satıcıya geri uzattı malı. adam bir şeyler yapardı, yeter ki beğensinler, olurunu konuştular, paketlendi pantolon. lacivert bol fermuarlı, süslemeli bir şeydi.

küçüklerin gelmesi adettendir birinci gün, kaynı hasta yatıyordu ya mecbur onlar gideceklerdi. çalışamıyordu kaynı ne zamandır, evin her halinden belliydi, suları bile kesilmiş, bulaşıkların kokusu oturdukları odaya kadar geliyordu. çocukların hali perişan, üstlerinde başlarında yok, anneleri iyi kadındı ama, su taşımış artık nereden bulduysa, yıkamıştı çocukları.
bayramlaşma ritüeli tamamlanınca dertler konuşulmaya başlandı. hal hatır soranları vardı, dernek kurmuşlardı işte bu durumda olanlar için, sağolsunlardı. tek kendisi değildi hem, neredeyse her gün üç-beş kişiye daha tanı konuluyordu, dava da açmıştı, sigorta alacaklarını alırsa elleri biraz rahatlardı. nedenini konuşmadılar hastalığın, ne farkederdi ki konuşsalar, hayat işte, onlara da bunu getirmişti. zor koşullarda yaşayan herkes gibi bakışarak anlaştılar. hastanın gözleri çocuğun pantalonuna kaydı bir an, uzun uzun baktı, ömrünce unutamazdı o laciverdi.

not: silikozis hastalarının sayısı sürekli artıyor ve işin ilginci her artışla birlikte bu giderek daha olağan kabul ediliyor. taşlanmış kot giymiyorsunuz biliyorum, ama işiniz olmadığı bir vakit, siteye uğrayıp bir merhaba deyin, yapabileceğiniz bir şey varsa, esirgemeyin:
http://www.kotiscileri.org