bir ülkede evlilik dışı ilişki yaşayan dizi karakterleri sırf iktidar partisinden bir bakan istedi diye evleniyorlarsa eğer, o ülkenin vatandaşlarının ciddi ciddi düşünmeye başlamasının vakti gelmiş demektir.

"ülkenin kürt sorunundan tutuklu öğrencilere bir sürü derdi tasası varken seni rahatsız eden hükümetin dizilere müdahale etmesi mi?" diyeceksiniz, demeyin. vatandaşının izlediği dizilere müdahale edecek kadar özgüven patlaması yaşayan bir iktidardan başka hiçbir konuda özgürlükçü davranmasını bekleyemezsiniz. vatandaşının ne tür diziler izleyeceğine karar verme hakkını kendinde gören bir devlet, vatandaşının hangi dilde eğitim göreceğinden tutun da hangi dinin hangi mezhebine inanacağına kadar daha pek çok meselede karar verme hakkını kendinde görür. görüyor da!

mesela başbakanın yarın bir gün çıkıp "ben şahsen evlilik dışı cinsel ilişkilere karşıyım. bu konuda yasal düzenleme hazırlığı içindeyiz." demeyeceğini kim garanti edebilir? başbakanın sezeryan gibi son derece teknik bir konuda bile söz söyleme hakkını kendisinde gördüğünü öğrendiğimizden beri, yada melih gökçek'in "tecavüze uğrayan kadın kendini öldürsün" sözlerini duyduğumuzdan beri sanırım hiç kimse.

karşımızda kitlelerin en geri bilincine oynamaktan çekinmeyecek kadar midesiz bir iktidar var. son kürtaj tartışmasında gördük midesizliklerinin bir sınırı olmadığını. daha da kötüsü bu midesizliklerinin toplumda prim yaptığını da gördük.

akp tabanı da korkmaya başlamalı bence. çünkü sorun dinci-laik, muhafazakar-modern tartışması değil. sorun, devletin bireylerin temel hak ve özgürlüklerine saldıracak cürreti kendinde görebiliyor olması. iktidarın temel hak ve özgürlüklere körlemesine yaylım ateşi açtığı bir atmosferde akp tabanı bir iki kurşunun da kendisine isabet etmeyeceğinden asla emin olamaz. (akp'nin emek düşmanı politikaları sadece akp'ye oy vermeyen %50'yi vurmuyor mesela.)

peki bu yazıyı neden bu başlığın altına yazdım? neden yeni bir başlık açmadım? yukarıda bahsettiklerimin bu başlıkla ne alakası var? aslına bakarsanız çok alakası var.

yıllar önce laneth'e türban yasağı ile ilgili yazdığım bir yazıda şöyle demişim:

"başkalarının özgürlüklerine müdahale edilmemesi şartı ile, kişi istediği herşeyi yapmakta özgürdür.

eğer yukarıdaki önermenin doğruluğunu kabul etmezsek, güçlünün topluma kendi doğrularını dayatmasına itiraz edemeyiz. belki dayatılan doğruların doğruluğunu tartışabiliriz, ama bu da baştan kaybedileceği belli olan bir tartışmaya girmek anlamına gelir. dayatmada bulunanlar bir azınlıksa, bu azınlık büyük ihtimalle her türlü akademik çalışmayı tekeline almıştır. kendi yaşam tarzının en doğru yaşam tarzı olduğuna dair onlarca akademik çalışma yaptırabilir, bilim dışı zırvalara bilimsellik kazandırabilir. yok, eğer dayatmacılar toplumun çoğunluğunu oluşturuyorsa, haklı olduklarını ispat etmeleri çok daha kolay olur. bu yüzden, temel hak ve özgürlüklerin tutarlı bir savunusu ancak yukarıdaki önermenin kabulü ile mümkündür. (doğru kavramının ne kadar göreceli bir kavram olduğundan bahsetmiyorum bile)"


ben yukarıdaki yazıyı yazdığımda devlet mekanizması büyük ölçüde kemalistlerin elindeydi. o zamanlar insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini dayatanlar kemalistlerdi. kemalistler, kendi yaşam tarzlarının, din yorumlarının, siyasi görüşlerinin, etnik kimliklerinin en doğru olduğuna inanıyorlardı. buna inanmakla kalmayıp ellerinde tuttukları devlet mekanizması aracılığı ile tüm toplumu da kendi çizgilerine getirmeye çalışıyorlardı.

kemalist taban, devlet kürtleri asimile ederken sesini çıkarmamıştı. devlet sosyalistlere zulmederken sesini çıkarmamıştı. devlet dini inançları yüzünden kadınların eğitim haklarını gaspederken de sesini çıkarmamıştı kemalist taban.

şimdi akp kemalistlerden öğrendiğini yapıyor. elinde tuttuğu devlet mekanizması aracılığı ile toplumu kendi dünya görüşü doğrultusunda şekillendirmeye çalışıyor. tüm hak ve özgürlükleri bir silindir gibi ezip geçiyor. akp tabanı da tıpkı bir zamanlar kemalistlerin yaptığı gibi sadece izliyor olanları.

kemalistler (ve damarlarında kemalizm kanı dolaşan "marksist" sol), o dönemde üniversitelerdeki türban yasağına aktif destek vererek devletin "doğru"yu topluma dayatma hakkına sahip olduğu düşüncesinin yaygınlaşmasına sebep oldular. hadi o kadar acımasız olmayalım da bu düşüncenin yaygınlaşmasının önüne geçmek için hiç bir şey yapmadılar diyelim. ne ekersen onu biçermişsin. kemalistlerle kuyruçusu marksistler dün zulüm ektiler, bugün zulüm biçiyorlar. aferin onlara!

(bu konuda marksist yapıların tümünü birden toptancı bir anlayışla mahkum edemeyiz. zamanında üniversitelerdeki türban yasağına net bir şekilde karşı çıkmış olan, bugün de akp'nin zülmüne aynı netlikte meydan okuyan pek çok marksist yapı var. bu konuda asıl eleştirilmesi gerekenler siyaseti stalin'le mustafa kemal'den öğrenen "marksistler"dir.)
tümünü göster