türkiye ve demokrasi deyince aklıma hep şöyle bir sahne gelir:

genç bir subay, yirmili yaşlarında henüz, jilet gibi bir üniforma, bıyıksız tertemiz bir yüz. küçük burjuva entellektüelinin kendini beğenmiş yüzü işte. karşısında da cahil bir köylü. hani yetmişlerdeki türk filmlerinde ilyas salman ya da kemal sunal'ın canlandırdığı karakterler gibi.

subay, kendinden emin, biraz ukala, oldukça militarist bir ses tonu ile anlatıyor:
''bak arkadaşım, bundan sonra demokrasi var. benim her dediğimi yapmayacaksın. benim verdiğim emirleri düşünecek, sorgulayacak, aklına yatarsa öyle yerine getireceksin.'' köylü bir an düşünüyor, cümleler dilinin ucuna geliyor, sonra yüzündeki heyecanın yerini korku ve daha çok umutsuzluktan beslenen bir boş vermişlik alıyor, konuşmaktan vazgeçiyor. onun bu durumunu farkeden subay emrediyor:

''ben sana artık demokrasi var, konuşmaktan korkmayacaksın demedim mi? emrediyorum, konuş!'' çaresizliğin verdiği cesaretle konuşmaya başlıyor köylü: ''tamam, ama sen istedin kızmak yok sonra. bana bağırıp duruyorsun. artık emir vermek yok diyorsun, yine emir veriyorsun. bundan sonra bana karışma, muhatap olmayalım senle mümkünse.'' (tabi köylü istanbul türkçesi konuşmuyor. hatta kürt ise askerin hiçbir söylediğini anlamıyor, onu anlamadığı için dayak da yiyor. ama bu ayrı konu. şimdilik biz köylünün istanbul türkçesi'ni anladığını varsayalım)

subay önce gülümsemeye çalışıyor, onun cahilliğine vermek istiyor köylünün bu tavrını. başaramıyor, gülümsemek yerine sırıtıyor. hasmına dişlerini gösteren bir yırtıcı gibi sırıtmayı başarabiliyor ancak. anlayamıyor, ''ben ona kötü bir şey söylemedim ki, sadece kimseden emir alma dedim. bu gerizekalı bu kadar basit birşeyi neden anlamıyor.'' diye düşünüyor içinden. yumruklarını sıkıyor ve allah ne verdiyse girişiyor köylüye. şiddeti yüceltmiş olmamak için, sorumlu yazarlık anlayışı gereği ayrıntı vermeyeceğiz.*(*gülücük) neyse, devam edelim. subay yorulunca cebinden tabancasını çıkarıyor, köylünün kafasına dayıyor, ve konuşmaya başlıyor:

''bundan sonra demokrasi var. kimseden emir almayacaksın. sana emir vermeye kalkanları bana şikayet edeceksin. senin özgürlüğünün garantisi benim, bana da saygı göstereceksin. bana saygı göstermen kendi özgürlüğüne saygı duyman anlamına gelir çünkü. anladın mı?''

köylü anlamıyor. ama, subayın ses tonu tanıdık geliyor ona. kışlık yiyeceğine el koymaya gelen vergi memuru da, vergi memurundan arta kalanlar için gelen eşkiya da, yüz yılda bir anadoluya uğrayan padişah da bu ses tonu ile hitap etmişti ona yüzyıllarca. onların da ne dediğini anlamamıştı. ama bir şeyi çok iyi anlamıştı: onlar ''anladın mı?'' diye sorarsa evet diye cevap vermeliydi. ''evet'' diyor değişen hiçbir şeyin olmadığını anlamanın verdiği kırgınlıkla. ''evet, anladım.''

halkına hizmet etmenin verdiği haklı!! gururla olay yerini terk ediyor halkçı!! subayımız. sonra da şöyle diyor kendi kendine: ''kim demiş halk cahil, demokrasiden anlamaz diye. anlatınca bal gibi anlıyorlar işte.''

uzun sözün kısası, türkiyede demokrasi paradoksu yok. tepeden inme jakoben yöntemlerle demokratik bir toplum yaratmaya çalışanların, ve onlara sempati besleyenlerin hayal kırıklıkları var. bir yandan ne halka, ne demokrasiye güveniyor bunlar. diğer yandan ise halkı demokrasiye sahip çıkmamakla suçluyor. 1960'ta öyle ya da böyle halk oyu ile gelmiş bir iktidarı darbe yapıp deviriyorlar, bu yetmezmiş gibi hiçbir gerek yokken bu partinin üç liderini asıyorlar, sonra da ağlıyorlar ''neden türkiye'de yıllardır merkez sağ iktidarda'' diye. yıllarca tepeden inme yöntemlerle dinin toplumdaki etkisini kırmaya çalışıyorlar. tanrıya yapılacak en büyük iyiliğin dini yasaklamak olacağını*(*engels) unutuyorlar. sonra da ''siyasal islam'', ''şeriat'' diye çığlık atıyorlar.

tamam, halk demokrasiden anlamıyor. zaten tarih boyunca devlet ile ilişkisi isyan etmek-dayak yemek kısır döngüsünün dışına çıkmamış bir halkın demokrasiyi özümsemesini bekleyemezsiniz. peki bu elitist arkadaşlar ne kadar anlıyor demokrasiden. örneğin, menderes hükümetini devirmek için tüm iç hukuk yollarını kullandılar mı. dp'nin neden iktidarda olmaması gerektiğini köy köy gezip halka anlattılarda halk mı anlamadı? yoksa ittihatçılardan mıras kalan komplocu yöntemler daha mı kolay geldi onlara? ya da, yükselen siyasal islama karşı bilimi ön plana çıkarmayı denediler mi? zorunlu din eğitimi yerine gerçek anlamda felsefe ve vatandaşlık dersleri koysaydılar süreç aynı mı işlerdi yine? ama ne gerek var hacı, bizim tanklarımız var. geçirdik mi iki üç tanesini sincandan, çil yavrusu gibi dağılır o yobazlar. yüz yıl önce de hamidiyemiz varmış, zorbadan öğrendik. desenize türkiye'de demokrasi cephesinde yeni birşey yok.
tümünü göster