-adı neydi?

sanki sorumla onu geçmişe gömmek istiyorum. o yok artık. adı neydi olmayanın? 'zeynep' diyor, isminden çok daha fazlası olduğunu anlatan bir ses tonuyla. camdan dışarı, dışarıda akan kalabalığa içimde akan şeyi dökmek istiyorum. ama gariptir sadece gülüyorum. tüm yüz kaslarım ne yapacaklarını şaşırmış şekilde kasılıyor ve hepsi kasılınca yüzüm gülmüş oluyor. sözlerin kiyafetsiz kaldığı bir anı kabul etmiyorum. sen karşımdayken bu olamaz.

-hiç ihtimal yok mu?

böyle anlarda söylenebilecek en anlamsız cümle söylenir. kelimeler çaresiz değil. onların herşeye gücü yetiyor. mesela şimdi beni denize döktü. ben çaresizim. patetes kızartmalarının göz alıcı sarılığına takılıyor gözüm. sonra kahverengi masaya. renkleri yeni öğrendiğim bir çocukluk sahnesine akıyor zihnim. nesi var? simsiyah gözleri , simsiyah saçları var.

-siyah saç olmaz ki , boyadır o.

karşımda gülüyor yine. gül istediğin kadar. senden utanmıyorum. en saçma soruları sorsam da, en adi kıskançlıkları yapsam da utanmıyorum. senden zeynebin aldığı şeyi istemiyorum çünkü. sadece söylediğime inan.

-bana bakarken onu gördüğünü biliyorum.
+senin de saçların siyah. ve şu kolyen gözümü alıyor. ne diye hep boynunda?
-sebebi yok.
+o da benim kolyem. hatıra de, eski de, boynunu acıtacak de. ne dersen de.

kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir an olamaz. sadece ben, mücadale etmek istemiyorum. susuyorum.

*****
zeynep, eskisini giymeye razı olmadığım kişidir. birine rağmen sevebilir insan. birine rağmen sevilebilir.çünkü sonsuza kadar taşınacak olan ancak bir kolyedir. kalplerse yüklerini hafifletmeyi sever. ve konuklar değişir.
zeynep, karşısında cesaretimi toplayamadığım kişidir. vazgeçmeyi denediğim, vaçgeçmeyi başardığım isteğimdir. doğumgünü pastasında mumdur.
vazgeçtikçe büyüyorum.
kapı çaldı. kapı çalmaz, çalınır. kendiliğinden ses çıkarmadığına göre... kapı çalındı. ben çaldım. o çaldı. ne önemi var kimin çaldığının? kapımız çalındı. benim avlum sen, senin avlun benken; hangimizin kapıyı çaldığının ne önemi var? hoşdöndün. hoşgördüm efendim. tam da madam'ın açık penceresinden münir nurettin selçuk şakıyordu: "gittin de bıraktın beni aylarca kederde/ mehtap oluyordun bana ıssız gecelerde/derman olur ancak dönüşün, bizdeki derde..."

döndük işte. birbirimize. hayyam'ın dedikleri ne uyuyor şimdi ha:
"sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
iki başımız var, bir tek bedenimiz.
ne kadar dönersem döneyim çevrende:
er geç baş başa verecek değil miyiz?"

döndüm. sırtımı acı ezgilere, sadece seni dinliyorum. bir deniz gibisin bende. sakla beni derinliğinde. "aşkımızın, sevgimizin üzerinden/sene geçti, mevsim geçti, ay geçti." ben hiç geçmedim.

demek isterdim. diyemedim. kapı çalındı. aç(ıl)madı.