bu, iş yaşamı denen mengeneye kendini bir biçimde kıstırmış insanlara yönelik bir yardım metodudur. zamanın darlığından yakınan kişilere, zamanı efektif biçimde kullanmalarını sağlamaya yönelik önerilerde bulunur. zaman kullanma konusunda çeşitli yaklaşımlar geliştirmiştir bu yönetim: "savaşçı yaklaşım", hedef belirleme yaklaşımı", "sihirli araç yaklaşımı", "beceri yaklaşımı" gibi.
"haşlanmış kurbağa sendromu" denen ve aslında basit bir deney gibi görünmesine karşın, sosyal bilimlerde kendine sağlam yer edinmiş bir sendromdan söz etmemek olmaz.
bir kurbağayı çok sıcak bir ortama koyduğunuzda, kurbağa kendini dışarı atmak için hemen harekete geçer. ama oda sıcaklığında olan bir ortamda, sıcaklığı basamak basamak artırdığınızda kurbağa vücut ısısını ortama göre ayarlayacağından, artan sıcaklığa karşı aynı refleksi göstermeyecektir; ta ki artık sonsuza kadar tepki gösteremeyecek kadar ısınıncaya; yani haşlanıncaya kadar! bunun nedeni, kurbağanın ani değişikliklere karşı tepki verecek bir biyolojik yapıya sahip olması; daah evrimsel süreçlerde tepki vermeyi gereksiz bulan bir bünyesi bulunmasıdır.
sendromu sosyolojiye, oradan da türkiye'ye uygularsak, şehit cenazeleri, bombalama olayları, ergenekon vs. çok büyük ama sıradan görünen olayların nasıl kanıksandığı konusunda bize ışıklık edecektir.
zaman konusunda da böyledir. rutin bir kontrol için doktora gittiğimizde kanser olduğumuzu ve 6 aylık bir ömrümüz kaldığını öğrendiğimizde; kalan 6 ayı dolu dolu geçirme düşüncesine ulaşırız; ilk şoku atlattıktan sonra. aranızdan "ben hemen gider intihar ve doktoru g*t ederim" diyecek kadar marjinal olanlar çıkacaktır; saygı duyarım, şapka çıkartırım, tavşan çıkartırım. biz normali ele alıyoruz. ha, ne diyorduk? 6 aylık ömür karşısında böyle bir tutum izleyen insan; paydası hızla büyüyen kum saati olan yaşamında bu gerçeği göremez. çünkü alışageldiği gibidir 'zaman' denen kavram. rutindir. beklenmedik bir değişikliğe gebe değildir. bu yüzden, zamanını yönetme gereksinimi duymaz; onu nasıl harcayacağını düşünür çoğu zaman, nasıl değerlendireceğini değil.
konuda ilerleyince sağ tarafta bir tabela ilişti gözüme: zamana hükmetmek.
denzel washington'ın başrolünde oynadığı 'deja vu' adlı bir film var. zamanda yolculuk kavramını bu kadar başarılı işleyen başka film tanımam. hatta film yolculuk işini aşmış ve washington'a yarı-tanrı bir rol biçmiş; zamanda dilediği gibi oynuyor; önceden (ama aslında sonradan) gördüğü iradeleri istediği gibi etkisiz bırakıp geleceği dilediği gibi biçimlendirebiliyor. tanrı kavramını doğuran tek etken 'ölüm' ve 'ölüm'ü zorunlu kılan tek etken de 'zaman' ise; zaman yönetiminde insanın kendini tanrı'ya yakın hatta kimi yerde 'şirk koşmak' derecesine varmasa da özdeş hissetmesini sağlayacak bir yan var. bunu inkar edemeyiz.
özgürlük kavramıyla da doğrudan ilintili olan zaman; kendisini kullanan insanlara sunduğu 'güç'ü; kullandığı insanlardan alıyordur belki, ne dersiniz? belki, erke dönergeci tam da budur?..
"haşlanmış kurbağa sendromu" denen ve aslında basit bir deney gibi görünmesine karşın, sosyal bilimlerde kendine sağlam yer edinmiş bir sendromdan söz etmemek olmaz.
bir kurbağayı çok sıcak bir ortama koyduğunuzda, kurbağa kendini dışarı atmak için hemen harekete geçer. ama oda sıcaklığında olan bir ortamda, sıcaklığı basamak basamak artırdığınızda kurbağa vücut ısısını ortama göre ayarlayacağından, artan sıcaklığa karşı aynı refleksi göstermeyecektir; ta ki artık sonsuza kadar tepki gösteremeyecek kadar ısınıncaya; yani haşlanıncaya kadar! bunun nedeni, kurbağanın ani değişikliklere karşı tepki verecek bir biyolojik yapıya sahip olması; daah evrimsel süreçlerde tepki vermeyi gereksiz bulan bir bünyesi bulunmasıdır.
sendromu sosyolojiye, oradan da türkiye'ye uygularsak, şehit cenazeleri, bombalama olayları, ergenekon vs. çok büyük ama sıradan görünen olayların nasıl kanıksandığı konusunda bize ışıklık edecektir.
zaman konusunda da böyledir. rutin bir kontrol için doktora gittiğimizde kanser olduğumuzu ve 6 aylık bir ömrümüz kaldığını öğrendiğimizde; kalan 6 ayı dolu dolu geçirme düşüncesine ulaşırız; ilk şoku atlattıktan sonra. aranızdan "ben hemen gider intihar ve doktoru g*t ederim" diyecek kadar marjinal olanlar çıkacaktır; saygı duyarım, şapka çıkartırım, tavşan çıkartırım. biz normali ele alıyoruz. ha, ne diyorduk? 6 aylık ömür karşısında böyle bir tutum izleyen insan; paydası hızla büyüyen kum saati olan yaşamında bu gerçeği göremez. çünkü alışageldiği gibidir 'zaman' denen kavram. rutindir. beklenmedik bir değişikliğe gebe değildir. bu yüzden, zamanını yönetme gereksinimi duymaz; onu nasıl harcayacağını düşünür çoğu zaman, nasıl değerlendireceğini değil.
konuda ilerleyince sağ tarafta bir tabela ilişti gözüme: zamana hükmetmek.
denzel washington'ın başrolünde oynadığı 'deja vu' adlı bir film var. zamanda yolculuk kavramını bu kadar başarılı işleyen başka film tanımam. hatta film yolculuk işini aşmış ve washington'a yarı-tanrı bir rol biçmiş; zamanda dilediği gibi oynuyor; önceden (ama aslında sonradan) gördüğü iradeleri istediği gibi etkisiz bırakıp geleceği dilediği gibi biçimlendirebiliyor. tanrı kavramını doğuran tek etken 'ölüm' ve 'ölüm'ü zorunlu kılan tek etken de 'zaman' ise; zaman yönetiminde insanın kendini tanrı'ya yakın hatta kimi yerde 'şirk koşmak' derecesine varmasa da özdeş hissetmesini sağlayacak bir yan var. bunu inkar edemeyiz.
özgürlük kavramıyla da doğrudan ilintili olan zaman; kendisini kullanan insanlara sunduğu 'güç'ü; kullandığı insanlardan alıyordur belki, ne dersiniz? belki, erke dönergeci tam da budur?..