yeri olmayanlara dünya büyük gelir

gökkuşağının her yeri sarmaladığı günlerin bitmesine yakın the end yazısı çıkmasına ramak kala kişiyi bir kriz yakaladıktan sonra prens andrey misali -savaş barışta ev sevdiğim karakterdir kendisi- bu kiriz öyle ruhsal bir kriz değildir. alakası bile yoktur. bu kriz bir bakıma üvertürdür. esas eser ölümdür. üvertür çalıp bittikten sonra kişi bir parça antrağı kaldığını farkediyor.

ne kadar garip...

işte bu antrakta insan hiç olmazsa esas oyun başlayana kadar durmayım salak salak birşeyler yapayım bari der. etrafına insanlar satın alır. gün gelir satın aldığı kişiler birşekilde kuş gibi uçar gider.

onun yerineyse karanlıklar ikame eder. kopkoyu bir karanlıktır bu. bu karanlığa göz alışıncaya kadar karanlığın safi bir karanlık olmadığı muhteveyatında koyu giri bulutlar ve alevlerin gölgeleri şeçilene kadar acayip derecede boktan bir süreç başlar.

kişi bol bol düşüncelere dalar. delirmeye doğru koşar adım gittiğinin farkındadır. kekremsilik dört bir yanını sarmaya başlamıştır. arada sırada why me lord diye inilder hatta sessizce çığlık atar. ama bu da gelir geçer.

çünkü karanlığın içindeki alevlerin gölgeleri ve koyu gri dumanlar görülmeye başlamıştır bir kere. oysa bunu ancak delirmeden görebileceğini farkında bile değildir. ama işin kolayını seçer delilir. delirmek çok kolay birşeydir. insan kendini deli edebilir hiç bir yardıma gerek duymadan.

peki delirmemek elde mi? zannetmiyorum. aslında zannediyorum. evet delirmemek mümkündür. ama çok meşekatlidir. bazen harcadığın efor getirdiği hana değmez.

hergün monotonca iş ve ev arasında sarkaç gibi sallanıp bok rengi yeşil estetiğinde renklerin uyuz parlaklığına katlanmak, yağlı boya kursini girisiyle boyanmış binaları görmek zorunda kalmak, patates soğancıların hoparlöründen beter ses çıkartan uyuz desibelli seslere kulağı kapatmak çok güçtür.

gidilecek ne mesafe, tadılacak içte kalmış ne duygu, boğaza kadar doygunluk varsa ve artık yapılabileceklerin yapılamayacakların sınır karakoluna varılmış ise durum daha fena olmaktadır.

elde kalan nedir peki?

sarhoş olmak. ama sarhoş olmanın da bir bedeli vardır ki alınan bir katre zevkin yolun sonunda tonla ödemesi vardır. hani şu karaçiğer hastalığı hani şu siroz dedikleri hastalık.

peki günler geçmiyorsa felek sabret sabret diye yılları çalıyorsa. sabır güzel bir erdemdir. ama bu erdem tarihe şöyle bir göz atarsak bir şehri açlıktan öldürebilir. insan ruhu içinse sabır duygusal manada ilk etapta körlenmek sonrası ise duygusal kötürümlüktür.

duygusal kötürümlük artık sevebilme güdüsünü yitirebilmektir. mesela victor hugo'ya şu satırlarla başlayan veni vidi vixi şiirini yazdırmıştır;

değilmi ki o derin acılarımla şimdi
buna destek olacak tek bir kolda yoksunum
ve çocuklara bile zorlukla gülüyorum
ve açmıyor içimi çiçekler renkleriyle
anlamalıyım artık: yaşadın yeterince!

değilmi ki ilkbahar kuşatınca her yanı
doğayı şenlik yerine çevirdiğinde tanrı
bu görkemli sevdaya aşksız bakıyorum
değilmi ki gün-gece ışıktan kaçıyorum
duyarak o en gizli kederi herşeydeki

veni vidi vixi meal olarak geldim gördüm öldüm manasına gelmektedir. hayır ölümden bahsetmeyeceğim ne kadar da ölüm denilen şey asude bahar ülkesinin kapısını açan bir anahtar bile olsa ölmeyi istemek bence saçmalığın dik alasıdır.

çünkü pes eden kişi ve dirayet gösterip ayakta duramamak -ne kadar zalimane olsa da- bence bütün kazanma umutlarını yitirmektir.

herşeyi herolasılığı denemek gerekir. geri çekilmek yahut teslim ol çağrılarına uyup siahı teslim etmek şapsallıktır.

ama insan nerde savaşa devam etmesi gerektiğini nerde durmasını bilmesi gerekir.

mesela almanya birinci dünya savaşında 1918 senesinde savaşta ateşkeş imzalıyarak büyük bir kıyıma dur demiştir. orduları ren nehrine kadar gerilemiş ve ren nehrinde olabilecek kimyasal bir şavaşa dur demiştir.

ama aynı almanya 944 ağustosunda güçü kuvvet bittiği halde teslim olmamış ve tam anlamıyla koşar adım kaputt olmuştur ki ancak 10 sene zaman sürecinde ekonomik, 45 sene sonra berlin duvarının yıkılmasıyla siyasi olarak kendine gelmiştir.

esas mesele olmak yahut olmamak değildir. esas mesele nerde teslim olacağını olmayacağını bilebilmektir horatio, sen de bizdensin horatio sen de bizim gibi meçhule gidenlerdensin.