3

mekana postu serdik yeniden, testosteron hapishanesi, kıllı suratlar ve pis bakışlar yetiştirme yurdu, okey oynamayı fayans düzmek gibi garip bir tabirle anan kaybolmuş erkekler cenneti, küfrün ve argonun her türlüsünün duvarlara tekrar tekrar çarpmaktan yorulduğu ve içeriye her girenin üzerine mahmur bir yeşil reçete ilacının sersem işleyişinde düştüğü, bin bir çeşit insanın yan yana gelebildiği tuhaf dünyalar kırıntısı. kıraathane! isme bak selam dur. sıcak bir bardak çay içme ihtimali ve bir kaç tanıdık sesle selamlanma ayini. kadın yok, kaynata zırıltısı, davul tozu, çingene tırnağı, minare gölgesi, televizyon, çay ve gazete sadece.

mekanın sahibi kel şevki ağabey, modadan nasibini alarak ' deniz kıraathanesi ' diye anılan dükkanın adını ' holiday cafe ' olarak değiştirmiş bir iki yıl evvel. büyük ekran bir televizyonla paralı kanaldan üç büyük istanbullunun maçlarını yayınlıyor hafta sonları. aynı zamanda sahile yakın bir mekanda düğün salonu sahibi ve bana ' tohuma kaçtın oğlum sen, eğer bu senenin sonuna kadar sana evet diyebilecek bir eksik etek bulursan salonu sana bedava kiralayacağım sevabına. ' diye takılmaktan büyük zevk alan neşeli ve paralı bir adam. kel şevki abimiz güzel saz çalar, sevdiği adamların düğününde de bizzat sahne alır, anadolu'nun orta yerinden sadece eski kulağı kesiklerin mırıldanıp eşlik edeceği türden uzun havalar ve türküler söyler. kulaklarını çevreleyen oldukça kısa kestirilmiş saç kırıntılarını saymazsak iyiden iyiye kel olması ve bazı samimi müşterileri tarafından ' kel bey, bakar mısınız? ' diye seslenmelerine gülüp geçmek gibi türlü marifetlerle bezelidir.

.iktimin cv'si hiç istemediğim halde ve bunca dikkatime rağmen yine de buruşmuş ötesinden berisinden. umurumda değil, o kadar çok reddedildim ki artık koymuyor üzerime kapıların kapanması. yetiştirilmek üzere tecrübesiz elaman arayışında olduklarını söyledi müdire hanım, ucuz adam arıyoruz demenin ne şam'ın şekeri ne arap'ın yüzü tarifesi. hayatımın en büyük kapısı, aslı marifetiyle yüzüme kapanmışken hatta üzerime yıkılmışken, maltepe sahil gazinolarında garsonluk yapmışım ya da levent'te çok katlı bir plazanın en üst katında görkemli bir masanın arkasına kurulmuşum farkı yok. benim türüm doksanlar türkiye'sinde özal'lı yıllarda ortadan kaldırıldı, birkaç kişi hayatta kalabildik ancak. ve hiçbirimizin bir diğerinden haberi yok. hırsa bulanmış başarılı hayatları, destansı yenilgilerin şiirine tercih edenlerle işimiz olmazdı bizim. kaybedenlerin sessiz birlikteliğinde yitip gitmek ve sürüden ayrılanın kurdun kapmadığı bir deli rüya hayatımız. hülyalı bakışlarıyla ince belli ve biraz uzun saçlı her kadının ayakları dibinde savrulacak toz zerresi kadar değeri yok yani. cehennem dediğin de bir devasa yangındır diğerleri tarafından tutuşturulmuş. ben oradayım...

salih hoşgil karesi kurmuş, hoşgin de denilen tuhaf bir kağıt oyunu, seksen kağıtla oynanıyor ve en düşük kağıt onlu. eşli de tek de oynanır ve en az üç en çok dört kişi gerektirir. benim en hoşuma giden tarafı ise içinde dört tane sinek kızı barındırması. bu kağıda neden sinek dediğimiz de muammasını korur, ama kahvehane lügatinde oyun oynayan kişilerin yanına takılıp ta çay ve sigaradan otlanan adamlara sinek denmesi bir anlamda anlaşılır. öğrencilik dönemlerinde vakit geçirmek ayağına oynadığımız king partilerini bir yana koyarsak pek çok oyun bilmeme rağmen çok fazla masaya oturmaktan haz almadığımdan olsa gerek sabıkalı sinek olduğum varsayılabilir. salih anında ilgilendi, sandalye çektirtti, çay söyledi, sigara ikram etti sonra da karo valeyle maça kızı evlendirerek yüz elli sayının yanına kırk sayı ekleyerek oyuna açılışını yaptı. kel şevki ağabeyden de gazeteyi kaptım yumuldum içine. bugün keyifsiz görünüyor nedense, varmadım üzerine.

resimli paçavra gazete dediğin, mini etekli sosyetik hatunların hangi barda kiminle oynaştığı, en son ne zaman estetik yaptırdığı ve hangi solaryuma gittikleriyle ilgili resimli iki koca sayfa, bir sayfa cinayet, intihar, tecavüz ve trafik kazası, iki sayfa ekonomi haberi, para alınarak oluşturmuş şirket haberleriyle kendi patronların ne denli namuslu ve fedakar bir işadamı olduğuna dair zırvalıklarla bezeli, beş sayfa reklam, iş ilanı, emlak ve oto alım satımı, dört sayfa spor. ara ara da ölüm ilanı, sayısal loto, on numara, şans topu, altılı ganyan, milli piyango, spor toto, iddaa sonuçları. birde sağlık, cinsellik, burç, kıl tüy sayfasını eklersek, oldu sana gazete. içini bayar, ruhunu sıkar, beynini kemirir. bu ülkede yaşamak yeterince ağır bir eylem zaten, sahtekar aynasına her gün göz atmanın mazoşizmle mutlak bağını kurmakta fayda var sevgili sosyolog büyüklerimiz. hiç bir şey yarım saatten fazla ilgimi çekmiyor bir sorunum da bu benim. bu arada hoşgil oynayanların sesleri yüksek perdeden çıkmaya başlıyor ki oyunun dönüm noktasına gelindiğine işarettir. tescilli sinek olmakta bazı meziyetleri gerektirir, en başta oyunu okumayı iyi bileceksin. taraf tutabilirsin ancak hiçbir müdahalede bulunmayacaksın, çok konuşmayacaksın, çay veya oralet yerine daha pahalı olan meşrubat kısmına takılmayacaksın, vesaire vesaire. yenenin ve yenilenin çoğunlukla oyunun orta bölümlerinde belirlendiğine yüzlerce defa şahit olmuşumdur. geri kalanı sürpriz, ayda yılda bir defa gerçekleşir ama günlerce arkasından konuşulur. skor tabelasını yenilenlere imzalattırıp ayakkabı ökçesiyle mühürleyerek kahvenin duvarına asanları çok gördüm ben. bir tür sosyalleşme ihtiyacını giderme telaşıyla olağan dışı başarıları kutsamak da gerek ara sıra. insan neden bir oyuna saatlerini harcar ki ve neden hep aynı kişilerle? kurt sürüleri gibiyiz istanbul'da, mahallemiz, iş arkadaşlarımız, hemşerilerimiz, ailemiz, akrabalarımızla bir ağ örüp onunla kendimizi koruyoruz hep. başka türlü tutunamıyorsun bu koca şehre. biri beni döverse yarın onu beş kişiyle sıkıştırırım, ertesinde on kişi kapışırız, sonrasını allah bilir. hayat zor, can ucuz, post pahalı, ara sıra ötesine berisine çizik atmakta beis yok.
tümünü göster