hazır buralardayken yerlerini de tespit etsem şu lavukların, yarın aramak zahmetine katlanmam. üniversite sınavına ilk defa giren tıfıl öğrenci sendromu. sokak tamam, büfeciye iş hanının adını sor, o bilmezse gazete bayii bilir, o da bilmezse seyyar kebapçı. yardımsever yurdum insanı anında aydınlatıverir insanı devasa projektörlerle ışık saçarak. soldan dön abicim sonra önüne çıkan ilk sapağa gir, sahile inen yolun üzerinde bu sokak. siyah üzerine altın sarısı yazılarıyla pirinç tabelalar cenneti, asansörsüz, nefes darlığından muzdaripsen kapısından adımını bile atma geberir gidersin apartmanına gir, ikinci kata merdivenle tırman ama zile basma, boğaz görmese bile rıhtım iki adımlık yol.

kadıköy benim eski sevgilim, her köşesinde ayrı anım gizli. galiba buraya yolu düşen herkes de böyle bir sanı mevcut. her neyse aslı'yı burada terk ettim ben, ruhu bile duymadı, martılar bile bilmedi biten bir aşkı kutsadığımı kırmızı şarapla. zannettiler ki geçici hevesler döneminden kalma zıpırın teki görüntü verip şekil çizmede sağa sola. deniz kadın gibidir tam anlamıyla vakıf oldum şairin bu söylemine, içlerinde ne olacağını asla bilemiyorsun ikisinin de. ve göründüklerinden daha teh&#108ikelidir ikisi de yaz bunu da bir yere. karşılarda bir yerlerde oturuyordun o zaman sen sevgili aslı ve kimisi suya vuran milyonlarca ışıktan birinin çevrelediği duvarların arasında televizyondan geçen görüntülere bakıp iç sıkıntını erteliyordun habire. akşam iniyordu kadıköy'e ve takalar geçiyordu gürültülü motorları uzaktan gelen davul sesi. yaşam gürül gürül akıp gidiyordu etrafımda, istanbul bir otomobilin dikiz aynasında serseri görüntülerinden ibaret. nefes almaya bayılıyordu insanlar ve fahişeler erkek gibi küfrettiklerinde adam olduklarını zannediyorlardı adım başı. bir ben durmuştum ve yanımda yöremde sağa sola oturmuş yalnız adamlar sadece kendilerinin durduklarını ve diğer her şeyin geçip gittiği hülyasıyla baş başa vermişlerdi. seni kötü edeceğimi iddia ediyordun ve ben karşı duramayacak kadar sessiz ve çaresizdim o sıralar. yorulmuştum yorgundun, her şeyi istiyordun ben vazgeçmeyi seçmiştim. tanıdığın en karanlık adam olduğumu fısıldıyordu kulağına iblisin uşağı beyin kıvrımların. karakarga sürüsüyle yatıp kalktığını bilirdim hatta bir kaçını tanımıştım ve engelleyemiyordum namlu masal sevdalarında beyaz atlı düşlere uyanmanı. ne hırsım vardı ne param, içecek sigaram, gece uyurken üzerimi örten bir çatı, birlikte içecek bir kaç arkadaşım varsa çok da fazla dert değildi hayat. kara çalmıştım geçmişime, felsefeden, edebiyattan, sanat seviciliğinden beynim buruşmuştu ve zehirleniyordum yavaş yavaş. cennete yerleşmiş seçkin bir aristokrat gibi hissediyordum kendimi senin yanındayken. her hücrem seni kendi meşrebince seviyordu. sonsuza kadar devam etsin istiyordum oysa kayıp gidiyordun sen yavaşça ve sadece seyretmek geliyordu elimden olup biteni. lanet olsun gurur denen kuytuya! yüreğim ağzımdaydı, adının üçüncü harfine şiir yazıyordum durmadan ve kamaşıyordu gözlerim rüyalarımda bile saçlarının kızılından. o sıra uzun bir ara vermiştik askıya alıp gezip tozmaları ve bir gün telefonda 'seni görmek istemiyorum artık' dedin kabuk değiştiren yılanların soğuk diliyle. kötü bir mucize gerçekleşmişti sanki, çok hazırlıksızdım, çok çaresiz ve çok mutsuz. hayatım çoklaşmıştı hiç olmadığı kadar, hiç olmadığı kadar ölüme yaklaşmış hissediyordum kendimi. sonra miladım başladı yeniden, buz tutmuş nehirlere benzeyen kırık kalpler gününde. bir de mektubun var hakkını yemeyeyim şimdi. kafası karışık ama kararlı olduğunu düşünen ve sana hiç yakışmadığı kadar üstten konuşan cümlelerle örülü. aşk seveni aşağı çekermiş doğruya, muhatabına da yukardan bakmak kalır o halde. ' aşk köpekliktir ' diye bir kitap gördüm geçen gün. demek ki evrenseli yakalamışız ha sevgili. ancak seni azat ederek kendimi boşluğa bırakabileceğim aklına gelmeyecek kadar uzak bir ihtimal değil daha bilirsin. mektubun elime ulaştığı o akşam aksi gibi halı saha maçına gittim, zaten şekilsiz olan yüzüm enine boyuna asıktı, sadece hamit sezdi bendeki değişimi ' bir hal ver sende baba bu akşam' diyerek. ' boş ver dostum hadi şunları yenelim ' diye geçiştirdim bende. boş vermemişim halbuki, maç esnasında kalecilik yapmama rağmen avukat besim abiye gereksiz yere sert girdim, iki hafta kadar aksayarak dolaştı adliyelerde adamcağız. karın bölgeme beklemediğim yerden sıkı bir yumruk almıştım sanki, ağzımda ekşimiş süt tadı, çakıp kaybolan heveskar intikam kırıntıları, hayal meyal buruşuk hatıralar ve fotoğrafların kaldı bende. havlu atmıştım ağır sıklet boks maçında ve bir daha asla maça çıkamayacağımı fısıldıyordu kötü zaman cinlerim. senden gerçek anlamda nefret etmeyi çok isterdim biliyor musun, gerçek adamlardan korkulduğunu öğretmiştin her seferinde bana. " fare! " batan gemilere benziyordum değil mi o zamanlar? halen öyle...
tümünü göster