bu devedikeninin tadına bir kez daha baktıktan sonra ayaklarımız yere değsin yeniden. "he gardaş buyur" mesele basit, mahalleden bir arkadaşa muharrem ağabey kahveye uğradığında tembih etmiş ' selim'e söyleyiverin kadıköy'de bir iş ilanı gördüm, telefon etsin ' diye, ekrem'e yetiştirmişler hemen. " selim borsa mı ne zamazingoysa adam arıyorlarmış, muharrem abi telefon numarasını verdi, bi ara olum ya, ne kaybedersin? " " tamam usta, bakarız sağ olasın. " muharrem ağabey mahallenin emekli amcası, bizim kahvenin siyah kalın çerçeve gözlüklü gediklisi. istanbul fethedilmeden hemen önce yerleşmiş olduğu sanılıyor bu güzide köşelere. muhtar olmuş, belediye başkan adayı olmuş, en son kondusunu müteahhide peşkeş çekip, üzerine kooperatif marifetiyle apartman diktikleri zaman site yöneticisi olmuş. ısrarla yaşıyor, inatla savaşıyor. hayatı öğrendiğinizi sandığınızda, kader kendini hissettirmek maksadıyla, cilveli bir dansöz kıvraklığıyla baş döndürecek kadar naif ve hızlı devreye girmekte gecikmez. hayat ve hayatı yaşayanlar değişmiştir, kıymetlimiz zaman elden kaçmıştır. sadece muharrem ağabey sırtını dönmüştür ellisinden sonra her şeye ve dondurmuştur kendi zamanını. çok da yabancı değildir hani, pek çok yerde rastlayabilirsiniz kendisine. her zaman belediye otobüsüne biner, gururla cumhuriyet gazetesi okur ve bülent ecevit siyaset sahnesinde yer alalı beri ortanın soluna oyunu verir. ara sıra da varoşumuz gençlerinin kültür, eğitim, evlenme ve işe girme faaliyetlerine yardımcı olur. kadim zamanlarda misket peşinde koşan okul kaçkını çocukları kulağından tuttuğu gibi öğretmenine teslim edende odur, yazdığı sayısız dilekçelerle belediyenin canına okuyup, zaman zaman sürü halinde gezip genlerinde sıkışıp kalmış atalarının şanlı tarihinden miras eski vahşi günlerine özenen sokak itlerini toplattırıp içeri attıran da odur. o eski devirlerden elimizde kalan ender miraslardan biridir, tek sözüyle bitirimleri ölümcül kavgalardan döndürmesi, barıştırıp aynı masada çay, sigara içirtmesi şanına şan katar. etrafına kendiliğinden saygınlık yayan ve tek renk kravatlar takan, pantolonunun keskin jilet uçlu ütüsü hiç bozulmayan ve yeleğinin cebinden zinciri sarkan kösteğiyle bir geçmiş zaman gezginidir muharrem ağabey.

ortaköy de sürttüğüm saatlerin birine denk düşüyor bu telefon konuşması ki yaşadığım yer icabı bu yakaya pek nadir gelirim ben. otobüse atlayıp rıhtıma inme gereği cebimde. beşiktaş'tan kadıköy'e dikey geçiş, bir avuç martı çığlığı, bir tutam deniz havası, bir kaç gençliği saçlarına vurmuş, aşık olunduğu takdirde akıllara zarar kıza kesik atmakla geçen mutluluğun resim olup panoya asıldığı vakitler. yıllar boyunca böyle bir yerde boğaz trafiğinin vazgeçilmezi vapurların birinde çalışmanın hayalini kurdum ben, çaycı olmaya razıydım anasını satıyım. ama nerde yirmi beşinden sonra asgari ücretle üniversiteli çaycı istihdam edecek işletmeci memlekette. bir iki ay sonra bırakıp kaçacağından emindirler her nedense ve dudaklarında gülümsemeyle savuştururlar adamı anında. holding namıyla meşhur, parası ve genel merkez binası büyük olup üç beş tane anonim şirketi bünyesi altında toplayan büyük baş tabir edilen şirketlerinde bilgi bankaları vardır insan kaynakları departmanında. başvuru yaparsın eline tutuşturdukları kağıt bilgi bankasında değerlendirilmek üzere kayıt altına alınmıştır gibi ucuz bir yalanla bezenmiştir ve o günden sonra bir daha da arayan soran olmaz sizi. " fare yakalandıktan sonra kedinin siyah ya da beyaz olmasının önemi yok " der kadim zamanların çin ileri gelenlerinden bir tanesi. rencide olmayacakmış iş arayan kişi, öyle der insan kaynakları uzmanları kitaplarında. hayat beni yeterince rencide ediyor zaten bu devirde işsiz bırakmakla, siz etseniz ne yazar etmeseniz ahmet yazar. doğal olarak en ufak bir girişimde bulunmadım istanbul vapur işletmelerinde çalışmak üzere, elim böğrümde kaldı, mahzun gözlerle bakakaldım giden her geminin ardından. canımın içisin istanbul senle ya da sensiz olmuyor bilirsin hep. işte karşı kıyı, işte körler ülkesi kadıköy, hiç yorulmayan gençliğini hep korur o, her tarafı didik didik edilir de ayakta kalmayı bilir hep. çingene çocukları yaz kış çıplak ayakla dilenir kıyılarında, geçip giden insanların bıraktıkları çer çöp arasında ekmek parası ayağına. hiç büyümez bu çocuklar, ilk vapurun rıhtıma yanaştığı günden itibaren sayıları da değişmemiştir. her bir iş girişimin kendi çapında bir mafyası olduğunu kulağına fısıldayan şehir efsaneleriyle büyümüşsündür daha. ' boktan bir işporta tezgahı açmak bile .öt ister oğlum buralarda' diye laf seviştirmeleri tanırsın bir yerlerden.
şimdi ayaklarım sürüklenecek de arabaların arasından atlaya zıplaya bir kez daha ölmediğime şükrederek karşıya geçip t'si ayrıştırılıp türk telekom'a dönüştürülen ptt'nin pt şubesine uğrayıp telefon kartı alacağım da, ardından telefon edeceğim sevgili finans dünyasının kırmızı kurdeleli seçkin evlatlarının mabedine. neden olmasın? ekrem'in dediği gibi kaybedecek hiçbir şeyim yok, su yolunu bulur, çivi çiviyi söker, hacı hacıyı mekke'de ibne ibneyi dakka da bulur. pt'nin yerinde yeller esmiyor ama üst katı cafeye dönüştürülüp kadıköy sevdalılarının yeme içme hizmetine koşulmuş biz buralara uğramayalı. paraya kıyıp cep telefonundan aramak da içimden gelmiyor, otuzluk bir kart alıp telefon kulübesinde sıraya giriyorum. " merhaba hanımefendi, iş ilanınız üzerine aramıştım. " " tamam, adresi alıyım o halde." alıyım alayım ayrımına takılmadan konuya yumuşak iniş, kuzey ırak'ta 172 derece eğimle pike yapan ölüm makineleri f 16'ların gölgesinden. " yarın akşam saat beş, cv'im ile birlikte görüşüyoruz o halde. " cv'sine atlıyım der benim sevgili mahalle arkadaşlarım. türkçe okunuşuyla sivi diyoruz da .ötümüz göğe eriyor. onlar her ismi ingilizce dükkanların seyir merkezi beyoğlu'na sadece fuhuş ve dağıtmak için giderler, fırsat bulurlarsa da kavga edip karakolda sabahlamak pahasına. züppeliğin tabana yayılmasıyla dilini satanların her şeylerini satmaya hazır olduklarını kafamıza muştuladı post modern dünya. şimdi bir internet kafe bulup bilgisayarda özgeçmiş hazırlamalı. lafa bak hizaya gel, şakulün bir kere kaymış sevgili türkçem, net cafe dersem de üzerine alınma sakın. yarın akşama daha çok var. kravat takmasam hatta daha iyisi buz mavisi rengiyle kendime baya yakıştırdığım kot pantolonla görüşmeye gitsem ne kadar güzel olurdu. kısa ve net olsun özgeçmiş denilen beyaz kağıt, adı, soyadı, doğum tarihi, vay anasını yaşlandım ben ufaktan yahu. otuzunu aşmış herkes bana inanılmaz uzak gelirdi bir zamanlar, şimdilerde kıyısındayım otuzların ve lanet bir bilgisayarın yazı programıyla başım dertte. hay bin kunduz, seni icat eden dürzünün muhteşem malikanesinin kenarına yaptırdığı yapay şelalenin suyu kurusun, ne deyeyim. en acınacak bölüm iş tecrübesi kısmı, yazacak kayda değer bir şey yok ki. şevki abinin mekanda yardım etmek ayağına ortacılık yaptığımızı yazsak olmaz, ekrem'le hafta sonu fenerbahçe stadında kanuna aykırı, polisle köşe kapmaca maç bileti sattığımızı yazsak hiç olmaz. boş bırak gitsin. okulun adı yeter, ekstradan yabancı dil ve bilgisayar da var daha ne olacak. kağıdı dörde katla kıç cebine sok ki daha işe başlamadan notunu versinler senin, yuvarlayarak elinde taşımakta ayrı bir bela, her an sağından solundan buruşturulma riski elde. bu arada bu internet kafe işletmenlerinin transilvanya göçmeni vampir olduklarını da bir köşeye not almakta fayda var. üstelik bunlar, gece saat on ikiden sonra dişleri uzayıp insanlara saldırıp, kan ihtiyaçlarını karşılayan cinsinden de değiller, gündüzleri bir tabutta yatıp günün kararmasını beklemiyorlar, düpe düz gün ışığında görüyorlar işlerini. altı üstü on on beş dakika bilgisayarın başına oturduk ve yazıcıdan bir sayfalık çıktı aldık, bir buçuk milyon fatura kesti puştlar. istanbul'un esnafına işin düşmeyecek arkadaş, adamı donuna kadar soyarlar valla. kağıdı, yazıcı kartuşuyla birlikte geçen zamanı da hesaba katarsak maliyeti olsa olsa elli bin, aradaki fark bir milyon dört yüz elli bin türk lirası, yuh! bizi de bu tür küçük hesaplar öldürüyor, çok şükür! dönemsel ekonomik krizlere maruz kalan az gelişmiş bir ülkenin boynu bükük vatandaşlarına da böylesi kılkuyruk dangalaklıklar yakışır. devir muhasebe devridir ey halkım! ileri!
tümünü göster