okulun ikinci yılıydı ve derslerle başım dertteydi her dem olduğu gibi. üniversite denilen kurumda adama ne öğretilir de o daha sonraki hayatında onun işine yarar gibi abuk sabuk fikirlerle çok meşguldüm ve kronik kızlarla başı dert de şapşal oğlan pozisyonunda, küçük bir akvaryumda ki japon balıkları nasıl seyrederler kendilerine bakan meraklı insanoğullarını adlı bir piyeste baş japon balık rolüne soyunmuştum. o sıralar üniversite öğrenci ortamında gelecekte bir bok olacağını zannetme adına çeşitli eylem türleri geliştirmek modaydı. hayatın dışına itilip hayata ısınma antrenmanları yaptığını zannediyordun ve bu his seni hareketlendiriyordu bir şekilde. yeni çıkmıştık çılgın ideoloji çağından ve on iki eylül askeri darbesiyle tarumar edilen bir neslin kişiliksiz ardılları olarak hangi çağa girebileceğimizin hesabı içerisindeydik. etiket gecikmeden gelecekti, birazda alayla özal güruhu olarak adlandırılacaktık ve gurumuz şebekli bir kliple tahammül sınırlarını zorlayan bir popçu olacaktı bundan böyle. ne zaman ki devrimci ve ülkücü abilerimiz hapislerden çıktı ve ülke kurtarmaktan sıkılıp kendilerini kurtarma yoluna gittiler, biraz rahat nefes almak kabil oldu. sol taraftan reklam ve medya dünyasına, sağ taraftan müteahhitlik ve inşaat piyasasına son hızla dalan ve cepleri parayla tanışan pos ve sarkık bıyık çetesinin üzerimizde ki baskısı kalktı da biz de kıl oldum abiden yola çıkıp yakalarsam öperim mertebesine erişme imkanı bulduk. gençlik işte! kayıp gidiyor elden sabun köpüğü masalların sarımsak kokusu kıvamında. kavanoz dipli dünya senin de sonun yok mu diyen bir kıza aşık sanıyordum kendimi. benim kelimelerle başım her dem belada olmuştur ve sonum da bu yüzden olacaktır farkındayım.

" aşk dediğin masaldır sakın buna aldanma " diye şarkı söyleyen ablalarından miras kalan her türlü boktan savunma metotlarını üzerimde denemeye kararlı görünüyordu hanımefendi. ben hala inat etmeyi bir çeşit mazoşizmle soslayıp tarih sayfalarına mecnun'dan sonraki en büyük aşık olarak geçme hayalleri peşindeydim. daha o zamanlardan insan ilişkilerinde ki salaklığım patent almaya yetecek derecede gelişmiş demek ki. bu ülkede aşk yoktur, çünkü aşkı anlamlandırabilecek yetkinlikte ki olgun kişilikler, toplumsal ilişkiler yapımızda yerini bulamamıştır. belki bir yerlerde mevcutlar ama ben rastlamadım kendilerine henüz diyerek yumuşatalım mevzunun sert kıvrımlarını hadi. hoş ben pek çok şeyi ya geç anlarım ya da hiç kıyısına köşesine bulaşmadan es geçer giderim. kızlar baş belasıdır bunu bile çözmem uzun yıllarımı aldı benim. git vahşi kurt sürüsüyle takıl, tibet'te inzivaya çekil, büyük okyanus'ta hiç bilmediğin sulara yelken aç ama kızlara asla bulaşma. sırtını her döndüğünde kamçılanacağın gerçeğiyle yaşarsın sonra. teh&#108ikelidirler, almadan vermezler (cinsellik içeren bir bağlam oluşturmak değildi niyetim vermek derken, çok basit, çok hafif, çok ucuz olurdu bu yaklaşım. manavdan portakal almıyoruz, sadece betimleme yoksulu olduğumdan muhasebeci mantığına uygun yaşantı düşkünlüğüne işaret etme gereğidir maksadım ), soğukturlar kendilerinden başka pek çok şeye ve asla tam anlamıyla sırlarını açığa vurmazlar. o sırda ne menem şeyse kendileri de bihaberdir. istisnaları mevcutsa da, bu türlerin hemen hepsi manastırlara kapanmıştır ve bekaret yemini ederek, kendilerini erkeklerden saklayıp tanrı'ya adamışlardır. geri kalanına da aklına gelen her bir yerde rastlayabilirsin. kadın kendi varlığına dahi duyarsızdır ki bunun ispatı anlı şanlı psikoloji ilminin babası, hocası, kocası, eniştesi, her şeyi freud amcamızın ölmeden evvel mırıldandığı son cümle " kadınlar ne ister? " gibi abuk sabuk bir sorudan ibarettir. eğer üstat azrail'le papaz olmadan hemen önce kafayı yemediyse bu hikayeden çıkartılacak çok ders var ancak vakit yok. kırbacını yanında taşı yeterli şimdilik. teşbih ustası dedelerimizden elde kalan ' cinsi latif ' tabirinin bende yaptırdığı tek çağrışım ise söz üstadı atalarımızın " katranı kaynattık olmadı şeker, cinsini. iktiğim cinsine çeker " deyişidir.
tümünü göster