şizofreni, cehennemi öteki dünyaya gitmeden yaşatandır insana, bu nedenle özenle ve parmakla gösterilir olarak var olduğumu varsayarım yaratıcım tarafından ki o değil mi zaten kendi seçtiği elçileri dahi diğerlerine hırpalatan. ancak bir peygamber asildir, hani nerdeyse dünyayı sarsacak bir kuvvetle doğar, ölümleri bir şeref nişanı gibi ışıl ışıl gerçekleşir. neden ben değil de o, herkes kendi kaderini yaşar, he? gidip gelip bu mevzuya takılmam hoş değil farkındayım. benim yarım aklımla allah'ı yargılamam tahayyül bile edilemez ama insan kendi sorularından kaçınamıyor sonuçta ve cevapsız kalan her soru eninde sonunda gidip gelip allah ile bir sağırlar diyaloguna çevrilip, soruna dönüşmekten kendini alamıyor. nice dindar insan tanıyorum ki sırf bu sorulardan kaçınmak için türlü oyunlarla boşluk dolduruyorlar ve oyuncaklarıyla avunuyorlar. 'şeytanın vesvesesi' söylencesi en yaygın kaçış yolu. kader! allah'ın gelmiş geçmiş her şeyi bilmesi ve tüm yaşananların oluşumunda mutlak kadir olması, tuhaf bir çelişki yaratıyor insana. kişisel yangınım bir yana, toplumsalı bile geçelim, yaşlı dünyamızın geçirdiği süreç ve çağları düşündüğümde, içten gelen primitif çığlıklar eşliğinde ölen, öldüren, kıyasıya birbirini katletmeye meyilli koca bir insanlık ve ondan arta kalan tarih var orta yerde. cüzi irade, külli irade ayrımı bu noktada ne işimize yarar? eğer tüm hayırlı şeyler külli irade tarafından yönlendiriyorsa, ben neden hala pek çok şeyin kötüye gittiği inancını bir türlü atamıyorum üzerimden. anlayamadığımız hikmetlerden dem vururlar bize büyük din alimlerimiz, aman aman süslü, kocaman kelimelerle çıkarlar karşımıza. şimdi açıkça söylüyorum size o zaman, benden sonra ki nesilde aynı trajedi ile karşı karşıya kalacak. felaket derinleşecek ve çocuklarımızı da bizim bilmediğimiz bir hikmeti olmalı ninnisiyle uyutmaya kalkacaklar uzun zaman. inananlara ne mutlu, geleceğe umut besleyen aldanmışlar sürüsünden daha keyifli bir topluluk var mı ki?

haddimi aşıyorum farkındayım, ama tüm bunların cevabını bulabilirsem kendimi daha güçlü hissedeceğim de kesin. aslında allah'ın bizi sadece yarattığı, ardından mutlak güç olması nesebiyle her olmuş ve olacağı kendiliğinden bilmesi ve sırf bu nedenle de olsa her olayın oluşumuna vakıf olduğu, ancak diğer tüm olanların ise bizim eserimiz olduğu fikri, beni bir anlamda mantıklı bir sonuca ulaştırıyor. kader hem var hem yok gibi böyle bir ikilemi, aklı ve saçları karışık nobel ödüllü yahudi dehaya rağmen kabul bile ederim. öyle bir tevazu sahibi ki allah, peygamberinin taşlanmasına izin veriyor ve bu normal yaşamın olağan seyrinde kabul görüyor. bu tarafsızlık, beni bir nebze sorumlu kılıyor o halde. ben yaşadıklarımdan ve yaptıklarımdan birinci derecede mesulüm. başıma her ne gelmişse en son suçlayacağım yaratıcım olmalı bir yerde. günah çıkartıp, af dilenip konuyu bağlayalım, ne şiş yansın ne kebap.

melek çay getirdi, rengi, kokusu, tadı insana tuhaf bir yaşama sevinci veriyor. çayın biz türkler tarafından bu denli sevilmesi neye bağlanabilir? yaşantımızı anlamlı kılacak, ona bir nebze olsun neşe katabilecek her nesneye tutkuyla bağlanma içgüdüsüne? mümkün! "yalnız kadınlar ve yalnız erkeklerin birbirlerini bulamadığı tek ülke" üç beş yılda bir sırtına balyoz gibi indirilen ekonomik krizlerin kıskacında ve mutluluğunu çay ve sigarada arayan, bu masum isteğine bile her nasılsa bir zamanlar radyasyon karıştırılarak karaçalınmış bir ülke. her ne olursa olsun yaşamını devam ettirecek ki koskoca insanlık tarihinin yazılı son beş bin yılı bunun saygın tanığıdır, geleceğinde de muhtemelen aynı sorunlarla meşgul olacak bir ülke. size ondan daha çok bahsedeceğim, benim bir misyonum da bu.
tümünü göster