winston churchill'in son sözleri. ama anlamı o kadar derin ki. dur bakalım belki anlatabilirim anlatamazsam boş ver, her şey de olduğu gibi...

güneş batmayan ülke ingiltere 1956 yılında süveyş kriziyle imparatorluk halini kaybetmiş ikinci sınıf bir ülke olmuştu. kazanmış olduğu iki dünya savaşı ingilterenin gücünü tamamıyla bitirmişti. ilki bir prius zaferi olmuş ikincisi ise elde kalanlarla savaştığı bir savaş olmuştu.

gerçi ikinci dünya savaşı gereksiz bir savaştı. daha 1919 senesinin sonlarında bu savaş engellenebilirdi ama engellenemedi. winston'ın fazla hayal perestliği, baldwin, ramsay macdonald, neville chamberlain'in yetersizlikleri vs vs - ikinci dünya savaşı çıktı.

churchill'in iyi bir dış işleri bakanı olan olan eden başbakanlığı sürecinde sadece bu batışı hızlandırdırması üstüne tüy dikti.

churchill 91 senelik ömrünün sonunda batan bir güneşi gördü. oysa doğduğu zaman o güneş parıl parıl parlıyordu.

ülkesi tek başına savaşırken bayağı kuvvet kaybederken gelen yeni müttefikleri onun lafını dinlememiş ne yazık ki - özellikle ike eisenhower ve truman bir çuval inciri bok etmekte mümtaz insanlardır- soğuk savaşın temelini atmıştır.

bu kadar kan ter göz yaşı heba olmuş yerini derin bir hayal kırıklığı almıştı. ufukta belirlenen cambridge beşlisi skandalı da varken churchill in canı sıkılmasın da zil çalıp oynasın mı?

çeşitli kalp krizleriyle yıpranmış bir adam artık ne yapabilirdi ki? üstüne üstlük yorgun yaşlı başka bir çağdan kalma bir insan olarak elinden geleni ardına koymasa bile uğraşması gereksizdi çünkü azrail onun için gelmişti.

gerçi azrail benim için daha gelmedi. ama her şey benim de canımı sıkıyor.

arabanın frenleri ayvayı yedi. akslardan ses gelir. 55.000 kilometredir sadece yağını değiştirdim ve bundan gayrı bir şey yapmadım.

canımı sıkan en ufak şey bu.

kendi kendime konuştuğum kadar kimseyle konuşmuyorum; sebep delilik değil, sadece bilirim ki insanı sadece en iyi kendi dinler.

kendimi dinleyip kendimle konuştuğumda beni ülke sorunları boğmuyor. çünkü bu ülkenin insanına her şey müstahak ve hiç bir acıma duymuyorum.

siyaset beni ırgalamaz. ben globala bakarım. gün geçtikçe dingildesen bu dünyaya ayak uydurmakta zorlanıyorum. üstüne üstlük üstüne tüy diker gibi hazırlıksız bir zaman da ya kuzgun leşe ya devlet başa diyerek işi ve aşkı bıraktım.

gerçi aşkı ben bırakmadım ve bırakmak zorunda kaldım. çünkü karşılıklı olarak sevme fiiilini doğru çekimleyemiyorduk. ben beethoven seviyordum o serdar ortaç, o falsh tv seyredip halay çekenleri izleyip gülmek istiyordu bense bildiğin trt 2 gibi adamdım işte.

bunlar hariç deham tükendi gibi. bir zamanlar klavye başında maestro olan ben şimdilerde kekemeyim.

içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor. lütfen depresyon demeyin buna. depresyon başka şeydir. bu bildiğin aynı komediyi seyretmekten bıkmaktan başka bir şey değil.

kabız bir memlekette yaşayıp duruyoruz işte. ne yol var ne iz. ne de herhangi bir boşluk.

o halde patlat bir graham greene:

dört yanından çevrilisin
akıllı uslu hepsi
aile dostları, eski
dünya yuvarlak diyorlar
delirmeyeceksin

armudun sapı diyorlar
üzümün çöpü,
dinleyeceksin
bana sorarsan eğer
gündüzdür tüm geceler
ve de hiç kimseyle
alıp veremeyeceğim yok

fondaysa der monde carl orff ach da hngt ja der mond makamından birşeyler işte:

http://youtu.be

ve her şey canımı sıkıyor
demek ki ölmeden de ölürmüş kişi