bütün söyleyeceklerimi otuz yaşımdan önce söyledi. artık pek söylenecek kelimelerim kalmadı. sadece yaşamak için bir şey söylüyorum.

merhaba, nasılsın, şükürler olsun yuvarlanıp gidiyoruz, başın sağolsun, emekli maaşım ne kadar oldu vs vs...

oysa sözlerim vardı bir zamanlar ama işte yaşam güneşim yavaş yavaş batarken renklerim gibi sözlerim de solmaya başladı.

derin derin susuyorum, derin derin sadece okuyorum. gazatelere sadece ölüm ilanlarını okumak için bakıyorum. kim ölmüş tanıdık var mı diye...

eh bazen tanıdıklara denk geliyorum ama işte en millatan önce gördüğüm bir adamın cenazesine gitmek içimden gelmiyor. hem niye gideceğim ki?

belki de ölüm ilanlarına bakma sebebim çağdaşlarımdan hala kalan var mı diye merak etmem. ben öldükten sonra hiç bir çağdaşımın kalmaması istemem.

nasıl olsa cenazemi kaldıracak bir cemaat bulunur.

gençliğimde çok uyurdum ama günden güne daha az uyumaya başladım ve sadece kısa şekerlemeler yetiyor.

belki de vücut ölüm çok uzun bir uyku olduğundan yaşarken uyumaktansa ayakta durmayı ve yaşamayı tercih ediyor .

peki ben neden yaşıyorum. un elenmiş elek gitmiş beden hayata küsmüş evden çıkmayan tedavülden kalkmış bir adam neden yaşıyor.

buna hiç bir anlam bulamadım. her nereye gitsem eğrelti duran ben hiç bir yere ait olmayan ve olmayacak olan ben neden yaşıyorum?

ne dikilecek bir ağaçım, ne içilecek bir çeşmem, ne de geçecek bir köprüm yok.

bir inat uğruna, yaşama inadı bu benim ki...

görmemiş çeşm-i felek hiç biz ne demler görmüşüz
handeden açmış fecirler, gözde nemler görmüşüz
haylı şeb encümden efzã»n cam ü cemler görmüşüz
bezm-i cemden sonra subh-i mehteşemler görmüşüz

heyhat keşke böyle olmasaydı...
tümünü göster