günlerden bir gün anladım ne olacağını. aslında daha önceden biliyordum ama kendime çaktırmıyordum. kendi kendimi kazıklıyordum. daha sakin daha naturel duruyordum. dişlerimi sıkıyordum ve hep erteliyordum.

ama buna gerek duymamaya karar verdim. başıma geleceklerimi büyük tevekkülle karşıladım ve yelkenleri fora ettim.

bu hakikat suratıma tokat gibi çarpmadı ve öyle bir etki yapmadı. hafif bir sabah yeli gibi okşadı ensemi.

hiç bir zaman hiç bir şeyi ciddiye almayacağı alamayacağımın elbette farkındaydım. ben ciddi olabilmek için fazla ciddiyim.

bunu anlatmayacağım. farkettiğim şey demin bahsettiğim şeyleri dolaylı olarak etkiliyor.

farkına vardığım şey değişemeyeceğimdir.

bunu yapamam. kimsenin merak etmediği konularda uzman olup kimsenin okumadığı kitapları okuyup kimsenin izlkemediği filmleri seyrederek yaşayacağım.

bir roman yahut kitap yazacağımı zannetmiyorum. ancak ufak tefek hikayeler yazarım. bir kaç makale bir kaç kısa oyun vesaire.

bir roman ve kitap yazabilmem ancak bir cinnetin sonucu olabilir. çala kalem bir kaç günde bitecek bir şey. sonra düzeltmene ver düzeltsin ama bastırmaya üşen.

maddi manada bir elim yağda bir balda yaşamayacağımı biliyorum. hiç bir zaman bir aile kurmayacağım. barlardan baralara sekip duracağım.

şen bekar amca ya da dayı olacağım.

lüzumsuz masraflarım olmayacak. bir ev bir araba köşede bir kaç kuruş vesairem olacak.

10 sene önce bıraktığım ancak arada sırada yaptığım tekme tokatlı yumruklu kavgalarım nihayete erecek. şu halimle zaten hiç kimse bana bulaşamıyor bulaşmaya kalkanlar ise ben onlara dokunmadan 2.80 yere uzanıyor. ilahi bir güç mü?

değil.

sadece sakarlıkları tutuyor.

arada welbette bana aşık olacak bir kaç kişi cıkacak. benim de aşık olacağım insanların çıkması muhtemel. hep kısa sürecek bu durumlar 1 ay, 2 ay, 3-4 gün vesaire.

mutlaka arıza kaynağı ben olup bu iş bitecek.

bense elim boş durmasın diye tuttuğum iş - kimsenin okumadığı kitaplar- barlar üçgeninde hayatımı idame ettireceğim.

nihilizmin son kertesinde herşeyi absürd bir oyun olarak göreceğim.

gün gelecek karanlıklar vadisinde yürümeye başlayacağım. gök yüzünden ilahi bir ses bana diyecek ki;

salataya tuz koma...

karanlıklar vadisinden geçmeden önce eğer saçlarım çamaşır suyuyla yıkanmış gibi ağarmış bir eşikte olursam eğer
şu dizeler dökülecek ağzımdan;

hatırlıyor musun cordelia?
çok, çok eskiden bir zamanlar
üç günden fazla küs olmak günahtır, derdin.
ya üç gün geçmedi aradan,
ya da sen bana küsmedin

bütün bunların üzerine diyebilirim ki artık anlarlar mı anlamazlar mı demeden sadece içimden geldiği gibi yazacağım.

eskiden olduğu gibi. zaten hiç birzaman kitleler için yaratılmış bir insan olduğumu kabul etmedim.

her neyse;

bir zamanlar bir oyuncak tüccarı vardı...
adı sigismund markus'tu
ve kırmızı-beyaz vernikli
lake trampetler satardı.
bir zamanlar bir trampetçi vardı. adı oskar'dı.
bir zamanlar adı markus olan bir oyuncak tüccarı vardı ve dünyadaki tüm oyuncakları
yanında götürdü.
bir zamanlar oscar diye bir çocuk vardı
trampet çalardı trampetçisini elinden aldılar.