biz başlığa ara verdiğimizde kendi aramızda sürdürdük tartışmayı bgbid'le. onun yukarıdaki yorumu ekseninde, kürt halkının ayrılma konusunda ne düşündüğünü çekiştirdik iki türk olarak. buraya da aktarmanın uygun olacağı kanısındayım. yalnız bakın bu tartışmalar bir yana, sri lanka modeli gibi uçuk ve kanlı planlar yapılması bir yana. bunlar tümüyle fikirdir, iş o kadar kanlı bir noktaya gelirse fikirlerimizle değil taşlarımızla anlatmak lazım derdimizi.

kürtlerin ayrılma talebi olmadığından emin değilim, kürt hareketinin olmayabilir ama kürt halkının içinden geçenin birlikte yaşamak olduğundan emin değilim. zira kürt hareketinin ya da son kürt isyanının ortaya çıkışında dayandığı toplumsal yapı kürt yoksul sınıfları ve daha açıkça topraksız köylülüktü. göçün ve kaçınılmaz kapitalist gelişimin etkisiyle bu sınıf önemli ölçüde kent yoksullarına dönüştü. yaşadıkları kentlerin türkiye kısmında olması onları ayrılma konusunda bir nebze yumuşatmış olabilir, emin değilim.

fakat asıl sorun hareketin hem temelini hem de motor gücünü oluşturan bu sınıfın bağımsızlığa gücünün yetmediği yerde başladı. ama önce şunu söyleyelim, bu sınıfın tek politik hedefi bağımsızlıktı. çünkü onlar yaşamlarının her alanındaki sömürüyü sömürgeciliğe bağlıyorlardı ve isyanlarının merkezi de burasıydı. nitekim pkk öncesi kürdistan'da hemen hemen bütün ağalar zümresi, tc'ye ve daha çok türkiye sermaye sınıfına göbekten bağlıydı. gap projesi bu bağlılığın devamını sağlamak içindi ve 80lerde inanılmaz bütçeler harcandı. pkk de o yıllarda ağa cezalandırırdı -bu önemli. dönelim güç yetirememeye; bu hedef küçültmeye dönüşmedi. ama müttefik ihtiyacı doğdu, bu ittifak için en uygun dost türkiye işçi sınıfıydı, ama malum o daha da güçsüzdü. geriye kürt orta burjuvazisi kaldı. orta burjuvazi diyorum, çünkü 90ların başı itibariyle sömürge konumunda olan kürdistan'ın sermayesi ne olursa olsun modern anlamda bir burjuvazisi yoktu, toprak gibi holding sahipleri zaten artık kürt değillerdi. işte bağımsızlığı asıl istemeyen bu sınıftır. hem çıkarları gereği, hem de yoksullardan duydukları korkudan ötürü. yazık ki türkiye solu da bu 'birarada yaşama' işini seviverdi. oysa bana kalırsa türk ve kürt emekçilerinin ortak mücadele vermesi de pek kolay görünmüyor.

bugünse karşılarındaki müthiş saldırganlık ve sivillerin de büyük kentlerde işin içine girmesi ve bölgesel karmaşa, kürt yoksullarını peşine takıldıkları orta burjuvaziden farklı düşünmeye zorluyor yine, yani farklı sınıflar, farklı çıkarlar geri dönüyor. hareketin içinde de bunun gerilimi yaşanıyor. artık sorun var olmak sorunu değil (öcalan 20 yıl bunu söyledi) sorun varlığı güven içinde sürdürmek.

yine de bu gerilimden -bölgesel çapta ciddi bir gelişme, irana saldırı gibi olmazsa- yakın zamanda bir şey çıkmaz.

marksistler ne yapmalı, ne yapabiliyorlar ki zaten pratikte? yaptıkları şeyi sürdürsünler, sürdürüyorlar da. yani biz türkiye tarafına bakarız, işçilerle uğraşırız (valla?!), halkların kardeşliği bilincini de geliştirmeye çalışırız. kürt yoksulları mevcut önderlikten koparlarsa zaten bağımızlık derler bence, o zaman da onu destekleriz. bugün için yaptığımız tahliller gereksiz kalacaktır. daha çok beyin jimnastiği gibi.

bana kalırsa, gidip orada mücadele falan etmem herhalde de, sorunun -kürt sorunu- yegane mantıklı çözümü bağımsızlık. türkiye devrimi için de böyle olduğunu düşünüyorum. geçmiş imparatorlukta olduğu gibi halklar birbirlerinin eteklerinden aşağı çekiştiriyorlar birbirlerini. o yüzden hiç değilse herkesin türküm dediği bir ülkede işler kolaylaşabilir. aynı şey kürdistan için de geçerli, ahmet türk gibi toprak ağalarının peşinden gitmekten kurtulurlar, biz de bu adamları savunmaktan.
tümünü göster