-sarılmayı icat eden ilk iki insana-

veya

-sonradan edindiğin birşey gibi değil, baştan beri olan biri gibi-

14 yaşında, elle tutulabilecek tek yeteneğimin yazı yazmak olduğunu, ama onun da çok müthiş bir yetenek olmadığını fark ettiğimden bu yana, çalmaya çalışmadığım müzik aleti, yapmaya çalışmadığım hokkabazlık numarası, denemediğim iskambil oyunu kalmadı. gerçek bir yeteneğimin olmasını ne çok isterdim. babamdan aferin alabileceğim bir yetenek mesela olsa iyi olurdu. babam zor aferin veren bir insan değildir. aksine, aferinler konusunda bonkördür. mesela sadece mandal almayı akıl ettiğim için bile aferin almışlığım vardır. babam cümlelerle resim yapılabileceğini daha önce görmüş; ama onlarla asla bale yapılamayacağını düşünen biridir. çok güzel bir yazıyla alamazsınız aferini, fakat plastik mandallar veya prospektüs okuyabilmeniz aferin almanız için yeterlidir.

annem, isyan etmeme bayılır. emniyet kemerimi taktığım sürece ama.

aslında böyle bir şeyler yazmamı benden bir arkadaşım istedi sayılır. o, tüm allah'ın gününü beraber geçirdiğim herkes gibi, bir şeyler yazdığımı bilir ama yazılarımı okumaz. yani yıllardır bir şeyler yazarım. ama onun hakkında bir şeyler yazmamıştım. bunun tek nedeni, aramızdaki cıvık ilişkinin yazıya dökülemeyecek kadar cıvık ve buna bağlı olarak dünya üstü ve mükemmel olmasıdır. kafaların karışmadığı veya çözümleyemediğimiz hiçbir şey yoktur. yani bir avuç kar alırsınız. sıkarsınız avucunuzda. uyguladığınız sıkma basıncı nedeni ile kar biraz erir. fakat eriyen kar suyu, kendi soğuğu nedeniyle tekrar o kar topunun etrafında donar. sert ve daha yoğun bir hal alır kar topu. anladınız mı? çok daha uzun anlatabilirdim bunu. üç yaşındaki bir penguene bile sorsanız, kesinlikle mezara kadar gidecek bir arkadaşlık olduğunu söyler bunun. öyle gözüküyor. sanırım doğaya karşı çıkarak bunun asla değişmemesini talep edeceğim sayın bayım.

benim düz bir mantığım var. bir kızdan hoşlanıp hoşlanmadığımı şöyle anlıyorum. gece yatağıma yattığımda o kızın şu anda kimin yanında olduğunu merak ediyorsam, bu yüzden lanet bir ayıklık geliyorsa ve hemen bir öykü çizittirivermiyorsam alakasız bile olsa, tamam, diyebiliriz ki o kızdan hoşlanıyorum. kıza da bir isim vermişsem mesela, vay anasını, aşığım demektir.

şu sıralar mışıl mışıl uyuyorum. umarım bunun ne kadar müthiş bir şey olduğunu anlatabilmişimdir.

bu yazıyı yazmamı istemesi şöyle oldu. bir yerlerde oturup bir şeyler içiyorduk. arkadaşın arkadaşının arkadaşları gelip, bizim sevgili olduğumuzu iddia ettiler. üstelik çok da yakışıyormuşuz birbirimize ki, asla anlamadığım bir söylemdir. insanlar duvar boyası ve oturma grubu değillerdir. birbirlerine hiçbir zaman yakışmazlar. neyse, genelde bir süre sonra yakın arkadaşlarına aşık olduğum bilinir ama bu kadar yakınına da olmam her halde. yani beyninin her kıvrımını biliyorum, bedeninin her kıvrımını bilmeme o kadar da gerek yok. onu da başkası bilsin.

sevgili olduğunuzu düşündüklerini söylediklerinde, tuhaf bir savunmaya geçiyor insanoğlu. yani neyi savunacağınızı da bilmiyorsunuz tam olarak. kötü bir şey söylemiyorlar. hırsız, alçak, faşist veya elit sanat düşkünü birinci nesil şehirli demiyorlar. ama yine de birbirinizi korumanız, onurlandırmanız gerekir böyle konularda, ama bu da fazla abartılmamalıdır. abartırsanız eğer, daha çok sevgili gibi gözükürsünüz. kardeş gibiyiz de diyemezsiniz, çünkü aslında kardeş değilsinizdir. üstelik o kardeş gibiyiz laflarını da, üniversite diplomanızı alırken öğrenci işlerine veriyorsunuz. ikimiz beraber, bir karar aldık, sevgili olduğumuzu düşünenlerin gelmiş geçmiş tüm embesillerden daha embesil olduklarını düşüneceğiz bundan böyle.

dediğim gibi bu yazıyı yazmamın nedeni, kafamı çok karıştırdığından değil. bizi sevgili sanıp gitmelerinden sonra, bana dönüp "bunun hakkında da bişeyler yazarsın şimdi" demesi sonucunda, evet, yazmaya değer bir şeyler gördüm bu olayda. içinde karşılıksız sevgi olan şeyler benim ilgi alanım. bu işte iyiyim, lanet zenci. başım ne zaman kızlarla derde girse, müşteri danışma hizmetleri gibi telefonun öte ucunda bulunan o kız. büyük facialardan sonra her seferinde koluma dokunarak, büyük laflar edemese de çok güzel gülümseyip bana her şeyin çok daha güzel olacağını söyleyen o kız. kendisi kabul etmiyor ama omzumdaki en güzel gözyaşları ona ait. kesinlikle belki, insanlara anlatılmayı hak ediyor bu kız.

"ağlamadım ki hiç omzunda"
"nasıl ağlamadın? dün gibi hatırlıyorum. hatta kafanı bir top gibi omzumda sektirmenin hayalini kuruyordum. maradona misali."
tümünü göster