bir genç adam bir molotof sallıyor gece vakti sevdayla ağrıyan başına, kendini isyanlara savuruyor.

profesyonal duygusal hayatıma 84'te başlamış olabilirim ya da değilim. ne olmadığımı tartışamayacağım kadar çok sevdim ahmet seni, kaya seni. ve bir resital ortasında ne vakit "yok yok şaka yaptım, onu sonra söyleyeceğiz" desen gülümsedim. ne çocuk yaşta konserine gitmiştim ne de senden başka sol bilmeyenlerdendim, hatta yalanıma tükürsünler seni solcu bile saymazdım... ama saymamak ne mümkün jilet yiyen kızı, kadınlar'ı, sufi'yi ve hatta fasso necdat'ı...

genç bir adam ağlıyor, kapısında yatıp kalkamadığı metris'in hiç göremediği tabut hücrelerine, sakin çoğalıyor.

bakma bana, benim dinim farklı, evhamım da. metal ağırlıklı türkçe folk müziği dinlerim misal ya da world müzik dedikleri etnik ağırlıklı üflemeli batı müziği severim. ama severim seni de göğsümde yani tam şuramda kimi zaman bir eşkıya kimileyin kuş cığırtıları ses ettiğinden. seni anılarımda yaşatamıyorum, anılarım pek güçlü olmadığından.

genç bir adam bira içiyor gecekondu sokaklarından bir trafoda, ışığı sönmeden karşı evin ayrılmayacak, kızı bir fena seviyor, göğsüne sanki kekik sürecek.

kördüğüm fani dünya, biliyorsun, çatal da atarlar, geç bile kaldılar. bana anlattıklarında taksimde içip içip kustuğunu ve aslında arabesk olduğunu, apolitizmini anlattıklarında... umursamadım, haliçte bir vapuru vurmuşlardı dört kişi çünkü, gözlerinde ter, ve solculuk inan bir bilinç değil kader, sufi inanır. umursamıyorum hala da nasıl yaşadığını, malum harita önünde fotoğraf çektirmekte neden o denli geciktiğini ve ahmet abinin vapuru isminde program yapışını hatırlamıyorum.

adam, genç olduğunu sandığından cebinde taşıdığı sustalısını okşuyor, güvende, kahveye gidiyor, yolda gördüğü nebahat, hala taze, bizimki biraz serzende.

"saz" ya "öyle de çalınır böyle de". dinliyorum işte boş vakit oldukça, amenna.