insan hiç bilmediğini, hiç tanımadığını özler mi? özlermiş... özlüyorum işte! ben ne yaptığımı, ne yaşadığımı biliyor muyum ki? bir rakı sofrasında kalakalmışım, omuzlarım üşüyor da şalımı almaya mecalim kalmamış... her kadehe son diye başlamadık mı zaten? neyin sonunu beklediğimizi bilmeden ve hangi sona gidiyoruz düşünmeden sevmedik mi hep? o yüzden mi dersin sonu gelmedi bu kadehlerin?

ne insanlar geldi geçti bu yürekten, ne dostlar, ne aşklar... ne geceleri uykusuz devirdi de bu gözler, yine de bir damla yaşını akıtmadı yastığına... ne çığlıklar attı da aklım, hiç ses çıkarmadan oturdu köşesinde, öylece... donuk, anlamsız, gariban belki, hatta saçmasapan belki ama kesinlikle onursuz değil...

insan hiç bilmediğini, tanımadığını özler mi? özlermiş... özlüyorum işte! sevdiğinin gözleri sana yabancıyken, yüreğin gururunu saklasın avuçlarında, gözlerin yaşını tutsun içinde, aklın onuruyla otursun isterse, hayat çoktan bırakıp gitmiş olmuyor mu seni? onun bedenine gizlenmiş bir yabancı sana ne kadar ait olabilir ki... o koltuğun hemen öbür ucunda otururken aslında dünyanın en uzak mesafesinde değil midir elleri? gördüğün en güzel dudaklardan çıkan, duyduğun en kadife ses, bu kadar bildikken,nasıl seni hem kavurarak yakıp, hem bu kadar soğutabilir?

insan hiç bilmediğini,tanımadığını özler mi? özlermiş... özlüyorum işte! bu nasıl bir azaptır tanrım! nasıl bir günah işlenmiş olmalıydı ki, böyle bir acıyla cezalandırılmalıydı bir can? en çok da bu yormuyor mu yüreğimi sanki... "ben bunu hak edecek ne yaptım?"
ne yapılmışsa yapılmış.... gönül, her şeyi unutup, bir an evvel kavuşma telaşında değil midir o an?

bi sarılsam... ahh... bir kez kokusunu duysam....

insan hiç bilmediğini,tanımadığını özler mi? özlermiş... özlüyorum işte!