insan yaşlanıp gözlerinin altı torpalanınca, şişmanlayıp saçları beyazlaşasınca gözlerinni arkasına bir korku yerleşir. aslında o korkudan korkmaz ama o korkunun korkulmasından korkar.

çünkü ilkbahar yaz ayları bitmiş sonbahar ile geçip gitmektededir hunharça. gelecek ise bir kıştır. hem de çok çok çetin bir kış.

çetin kışın ilk günlerinde kişi aman allahım der kişi kişisel evrenimin sonu mu geldi der. ben yoksa bitiyor muyum? demek ki artık buraya kadarmış der ama öyle olmaz ki.

ne tat var gecesinde ne de gündüzünde ben neyleyim yeryüzünde kemanları cıyak cıyak çalar ama o kemanların sesi biter, belki kasetli teypin pili biter, belki de kanıksanır. sadece ince bir ses vardır. belki duyulur belki duyulmaz.

karda araba sürenler bilir boş depolu bir arabadansa deposu dolu bir araba yere daha sağlam basar. bu suretle depo fullenir. işte kişi bu raddede deposunu doldurur.

kimisi içkiyle unutmak için,

kimisi yırtık fotoraflarla anımsamak için,

kimisi ise madem istediğim hayatı yaşayamıyorum bari empoze edilen hayatı yaşayım diyerek,

kimisi boşvererek, gayet rahat ve relax olarak,

kimisi why me lord diyerek,

yakıt ihsan eyler ve deposunu fuller.

elbette realite denilen kalaslığa elleri kolları bağlı kendilerini teslim edenlerde vardır ama göz yaşları döke döke teslim olurlar, felsefe yani düşünce yoktur hayatlarında. aslında vardır bunu canı gönülden isterler ama işte kabız realite onları teslim almıştır. sanki mayıs 945 almanyası gibi kayıtsız sartsız.

ama hepsi bir savunmadır.çeşitli şekillerde...

ne kadar da böyle olsa da insanlar korkabilirler. ama bu ahvel seriattekorkudan korkmak? işte bu çok hazin birşeydir. eninde sonunda öleceksin, 30'un yarısı 15, soğuk üşütür, sıcak yakar, yazın sıcak olur kışın soğuk olur, baharda yağmur yağar, bu kadar basittir herşey. kendi kendine korkulardan parmaklıklar üretmenin bir alemi var mıdır? hele ki kendimizi kasıp ağulu çukurlara bataklıklara atmaya?

ama ne yazık ki fen çağındayız. çok düşünüyoruz ama az hissediyoruz. ayıdan kork bokundan korka yahu biz bu dünyaya korkamaya mı geldik?

yazımı rabinhard tagore'un ne çıkar ateşböceği sansalar bizi şiiri bitiriyorum;

düşünüyorum da,
sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
naif yönlerimizin keşfedilmesi,
cesaretsizliğimizin anlaşılması,
korkularımızın paylaşılması
sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
kabuklarımızın altında
kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
ıstiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk?
kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
yoksa zarar mi veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?
hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
duygularimizi bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak.
ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin
o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna
el kaldırmaya kıyamaz?
güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
korkaklığımı, sevgi isteğimi
en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem
bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup
bir kuş gibi uçacağım özgürce.
anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım
karşımdakine.
o da çözülecek belki.
samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.
oysa bir görebilsek bunu.
kalmadı böyle insanlar demesek.
güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
kırılmaktan korkmasak.
incinsek, yaralansak.
ne olur bir darbe daha alsak.
yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu.
denesek.
risk alsak.
yanılsak.
fark etmez.
tekrar, tekrar bıkmadan denesek.
ve kucaklaşsak yeniden.
tıpkı eskisi gibi.
ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi.
o zaman fark edeceğiz.
ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
neler biriktirdiğimizi,
kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.
beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
yaşadığımız cografya zor, şartları ağır.
yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
sevgiye çok ihtiyacımız var.
ufukta kara bir kış görünüyor.
ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.
kırın o sert, o ağır kabuklarınızı.
kurtulun bu yükten.
korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
hem hepimiz bir yıldızız.
ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.

------

tak! tak! tak! bu saatte vuran kimdir kapıya? aman yarabbi ölümmüş! adelle, titreme sıkıysa!