"iki parmağı arasında tuttuğu saç teline öylesine bakıyordu ki, bu bakışları farkedenlerin, uzaktan bakınca fark edilmeyen bu saç teline odaklanmış bakışı, bir sanatseverin kusursuz bir sanat eserini inceleyen bakışına benzediğini düşünmesi zor olmazdı. öylesine dalgındı ve öylesine mana yüklüydü işte bakışları. yüzündeki tatlı yorgunluk ifadesi, güzel geçmiş bir günün tortularını taşıyodu. diğer elinde tuttuğu telefona bir mesaj düşünce, mutluluğunun bir suretinin de mesajın geldiği yerde parladığı anlaşılıyordu. istanbul ne kadar eziyet ederse etsin, ne kadar çabalarsa çabalasın o anın büyüsü, tüm şehrin griliğinden daha parlaktı.

bir çocuk gülümsedi bu duruma, annesi onu yanağından öptü. istanbul geceyi yavaş yavaş büyütüyordu rahminde."

saatin 3 e yürüdüğünü, adımlarımı hızlandırmışken telefonuma düşen mesaja baktığımda fark ettim. bu şehir insanı öylesine bir işkenceye maruz bırakıyor ki, bir yerlere yetişmeye çalıştığınızda vaktin su olduğunu fark etmeniz gerçekten can sıkıntısı yaratıyor bünyenizde. kadıköy den istiklal e geçmem neredeyse bir buçuk saatimi daha eksiltti ömrümden. yetişmen gereken bir doğum günü partisi varsa üstelik, yetişemeyeceğinizi belirten bir mesaj atmak daha da sıkıntı yaratıyor, ömrünüzden eksilen bir buçuk saati düşünürken. taksim e ulaşınca inmek için hareketlendiğimde, bu sıkıntıların yarattığı stresle ayağımın otobüs merdiveninde tökezlemesi, sakar olduğumu hatırlamama sebebiyet veriyor o an. gülüyorum, lise çağımdayken, okul merdiveninde tüm okulun önünde düştüğümü hatırlıyorum, kaç kere hem de. moral oluyor bana bu düşünceler.

hızlıca yürüyorum istiklal caddesi nde, acelelerinin ne olduğunu hep merak ettiğim acelesi olan insanlara benziyorum nihayet. bir acelesi olduğunda insan gerçekten hızlıca yürümekte zorlanıyor bu caddede, bunu fark ediyorum. kulağımda telefon, bana bulundukları kafeyi tarif ederken insanları çalımlıyorum adeta. giriyorum ara sokağa, kafeyi buluyorum. telefon hep kulağımda oluyor bunları yaparken. telaşla en üst kata çıkıyorum, anlımda tek damla ter tanesi akıyor, hissediyorum. kalabalık bir grup, yüksek sesli bir müzik bana hoş geldin diyor, telefonu kapatıyorum. bense bana ait olana, benim gözlerimin içine bakıp gülen mutluluğa bakıp, kollarımda hissediyorum onun tatlı huzurunu. kalbimden tüm damarlarımla vücuduma yayılıyor aşk, bir ferahlama hissediyorum, burnuma aşkın kokusu doluşuyor. gözlerim, tüm sıkıntılarını terk edip, şehrin nasıl bir anda bu denli değişebildiğine şahit oluyor. ellerim, sahiplerini bulmuş olmanın sevinciyle, diğer eşine farkında olmadan baskı yapıyor, yüzüme dikilen muzur bakışlar bunu anlatıyor bana. gülümsüyorum, mutluluğum mekanı aydınlatıyor sanki, öyle hissediyorum.

bu duyguların insanıyken, ortamdaki insanlarla hızlı bir tanışma aşamasını gerçekleştiriyorum, doğum gününü kutluyorum parti sahibinin. iş insanı olduğumdan ve işten geldiğimden ötürü hediyem yok, kuru bir dilek demeti sunuyorum. gülümsüyor, gülümsüyorum. oturuyorum bir tabureye, soluklanıyorum, kız arkadaşımın bayan arkadaşları tarafından derhal bir göz incelemesine alındığımı hissediyorum o an, üzerime dikilen onlarca gözü fark etmem biraz huzursuzlandırıyor beni. ellerimdeki mutluluğun kulağına fısıldıyorum bu yüzden "gidelim" cümlesini. gözlerinde tatlı bir telaşla hazırlanıyor hemen. onu benim isteğimin harekete geçirmesini görmem, tatlı bir sevinç yaratıyor göğsümde, gülümsüyorum. kalkıyoruz hafif telaşla, vedalaşıyoruz yeni tanışılmış isimlerinin çoğunun çoktan hafızamdan silindiği insanlarla, çıkıyoruz kafeden.

istiklaldeyiz, aynı senkronda adımlar atıyoruz aşk la. bu kez acelemin olmadığını, hatta yavaş yavaş yürüme isteğimi hissettiriyorum ona da. caddenin tarihi binalarını inceleyerek ilerliyoruz. bir dolu heyecanlı kelime akıyor dudaklarımdan kulaklarına, öpücük olarak geri dönüş yapıyor bu kelimeler bütünü bana. mutluluğumuz öylesine yansıyor ki birbirimize, bir film sahnesini andıran bir kare gibi, istiklale karışan bir motif oluyoruz. adımlarımız eşlerini bulmuş bir vaziyette, bu hazzı yaşamayı özleyen milyonlarca insana nazire yapıyor.

st. antuan kilisesinin demir kapısının önünden geçerken durduruyor beni, "girelim mi aşkım" derken zaten çekiştirmekte olduğu kolumdan beni içeri sokmuş bulunuyor. "girelim" diyorum ben de gülümseyerek. böyle atik hareketleri ve heyecanlı tavırları öyle hoşuma gidiyor ki, onunla içerisinde bulunduğum her mekanı gözümde cennetten bir parçaya çevirebildiğimi fark ediyorum. kapıdan içeriye giriyoruz, çoğunluğu meraktan gezmeye geldiği anlaşılan seyrek bir insan topluluğu var içeride. oldukça serin bir hava sessiz bir ortamla sımsıkı kucaklaşmış, yüzümüzü okşuyor. ilk defa geldiğim bu mekanın değişik havası, gözlemlediğim ince çizgilerle süslenmiş sütunlar dikkatimi çekiyor. sorup öğreniyoruz, dilek dilemek için mum alıyoruz. mum dikilen bölümlerden birinin başına geçip, el ele gönlümüzden geçen dileklerimizi dileyerek, yanmakta olan mumlardan kendi mumları tutuşturup, yan yana dikiyoruz onları. sakar olan ben, yine kendimi belli ediyorum orada da, birkaç mum deviriyorum, ama toparlıyorum ortalığı hemen. bu acele hareketlerim o nun öyle hoşuna gidiyor ki, hoş gülüşlerinden çok tatlı bir demet sunuyor bana. sarılıyorum o na sıkıca, içimden ne dua ettiğimi sanırım bu anda hissediyor, bakışlarından anlıyorum bunu.

kutsal su var bir de, onun başına dikiliyoruz öğrendiğimiz bilgiler dahilinde. önce kendi yüzüne sürüyor bu sudan, daha sonra benim yüzümü resmen yıkıyor. engel olmuyorum yıkamasına, gülüyorum, gülüyoruz halime. elimdeki elinden öpüyorum birkaç kere, gözleri oluyorum. sarılasım geliyor, haykırasım geliyor, "ey insanlar, ey yüce tanrım, işte ben yüzüme bu leziz gülüşleri layık gören bu kızı delicesine seviyorum!" diye bağırasım geliyor. kulağına muhtelif yerlerini özetliyorum, böyle bir çılgınlığa kalkışmıyorum. kokusu doluyor ciğerime. yaşadığımı hissediyorum.

...

ayrılma vakitlerini sevmiyorum hiç, üzerime sinen kokusunu eve dönerken solumak, yanımdayken doyamamış olmamamın acısını dizginliyor ayrılışlardan sonra. ellerini bırakmak istemiyorum, yanımdan ayrılmasını otobüsün onu benden götürmesini, uzaklaştırmasına gönlüm razı olmuyor, ama daha sonra geleceğin bize ait olduğunu bilmem bu burukluktan uzaklaştırıyor düşüncelerimi. sarılıyorum, soluyorum, öpüyorum ve uğurluyorum otobüsüne. biner binmez bir mesaj yazıyorum "muroyives ines" şeklinde, ama düzgün bir yazımla, bir arkadaşımın bir anısında yaptığı gibi. gülümseyerek kendindeki suretinden bahsediyor bana. giderken günün yorgunluğunun yüzüme taktığı yorgun bir gülümseyişle bakıyorum ona, el sallıyor, gidiyor otobüs. ben de kendi durağıma doğru yürüyorum mecbur ve büyülü bir gün geçirmenin verdiği hazla.

istanbul akşamı giyiniyor.

otobüse biniyorum, montumun boyun kısmında o na ait bir saç teline rastlıyorum, gülümsüyorum bakarken, gözlerim doluyor. bir mesaj geliyor bu sırada, farkında olmadan gülümsediğimi farkediyorum ve cama yansıyan gülümseyişime bakıp, "özlemişim seni can" diyorum içimden..

bir çocuk annesine sımsıkı sarılmış, güven duygusunu yaşıyor, gülen gözlerle bana bakıyor.