kitaplar, filmler, oyunlar, resimler, anlatılar ve bunlar gibi daha pek çok şeyde insan kendini arar. iki kitap arasından kendi hayatına yakın olanı daha çok sever.'' ben hayatla ilgili kitapları severim.'' derler. bu yalandır, evet hayatı anlatan kitapları severler ancak hayatın içindede yine insan vardır.

uzay belgeselleri de artık seviliyor. neden? orta halli bir anne, bir baba ve aslında hiç mi hiç merak etmeyen bir çocuk artık national geo' nun ya da histori channel' in karşısına geçip ''uzay'' belgesellerini izlemeye başladılar. hiçbiri de meraklı değil buna, ancak insan uzaya erişti. uzayda da insan var, kendi soylarını ilgilendiriyor ya çok önemli(?)

insan hayatın cilvesinden, dramından, insanoğlunun kibirinden, bencilliğinden, kötülüğünden bahsedilen şeylerin hayranıdır. oysa insan ne ki? kim ki? doymak bilmeyen bir maymun sürüsü değil miyiz? en iyi olanımız bile kötülüğü besliyor. acaba insanoğlunun tarihini anlatmama gerek var mı bunu kanıtlamak için? ne gereği var, herkes öyle ya da böyle biliyor işte.

ve filmler... belirsiz olmayacak bir film insanlarımıza göre. şöyle insanı gözüne gözüne sokacak. yapacak, edecek, hayat böyle diyecek. mutlaka insanın içinde olduğu şey anlatılacak. şu anda ''takyonlar evreni''(kuantum fiziği) ile ilgili bir film yapılsa kaç kişi izler. '' neymiş ne? takyonlar mı? amaaan boşver.'' çünkü içinde insan yok o evrenin. o becerdikleri zihinler, yaktıkları bedenler anlatılmıyor. dişinin yettiğine tüküren, yetmediğinin karşısında korkudan iğrenç gözüken, ama kibirinden eksik kalmayan, doymaksızın alan, içindeki bir nebze iyiyi de sömüren bu yaratık, bizler hep kendimizi ararız.