ağzım dilime yapışmış. kirli bir camı sildikten sonra zuhul eden aydınlığın sevincinin yerine yavaş yavaş kirlenen cama birşey yapamanın öfkesi ve burukluğu var.

olimpiyatlar denilince aklıma atina matina ve zetina falan gelmiyor.

topkapıda bulunan birahane geliyor.

canım kale içinden sur kapısından geç ana caddeye doğru yürü sağ kolda karşına çıkacaktır.

kaleiçi dedim de aklıma geldi. şimdilerde biraz durgun olan o diyar cıvıl cıvıl teksas gibi bir yerdi.

şimdilerde toptancı minubüsü olmuş olan kumburgaz,büyükçekmece silivri otobusleri kalkardı ordan.

silivrinin iki firması vardı, biri silivri birlik biri ise silivri express.

şehirler arası otobuslük payesinden yuvarlanmış halk otobusu camuruna bulanmamış çeşit çeşit rengli otobuslerdi.

şimdikiler gibi plastik spastik koltuklu sıkıysa oturda gününü gör tarzı değildi koltukları.

bendeniz o otobuslerle seyahat etmeye bayılırdım. avcılardan geçerken bir tarafta gölü bir tarafta denizi ve koyu lacivert havayı gördükçe suratım sırıtır, büyükçemeceye gelirken ki o deve bağırtan yokusunu inerken kendimi indiana jones farzeder, kamiloba kumburgaz'ın tek geliş tek gidişli yolunda ise newyork newyork musikisi çınlanırdı içimde.

selimpaşa, hikmetbey benzin istasyonu falan filanla silivriye iner sonra da üç kilometrelik yolu bişr çırpıda atlatır -otostop sağolsun- eve hicret eder kapardım mayoyu ver elini deniz. havada takla atarak suya cup diye girerdim.

ondan sonra yak bir gitanes sigarası dumanını gök kubbeye sal yine kafanda musikiler çalsın. hair muzikalinden let the sunshine aquarius gibim;

when the moon is in the seventh house
and jupiter aligns with mars
then peace will guide the planets
and love will steer the stars
this is the dawning of the age of aquarius

seneler geçti yazlıkçılık mefta oldu, yazlık diyarlar kışlık oldu, kaleiçi şimdilerdeyse otobus durakliği vazifesinden başka birşey değil, bendeniz ise denize girmenin eksikliğini pek duymuyorum.

en fazla iki cup cup ayda yılda bir denk getirirsem ondan sonra koltuğunun altında karpuz dolaşan alamancılar gibim gölgede gazete okuyorum o da olmadı bulmaca çözüyorum.

peki ne oldu da böyle oldu?

çılgınlığı yok edelim derken yaşamayı da yok etmedik mi?

sokakları şeytanlara teslim etmeyelim derken kuruların yanında yaşları da yakmadık mı?

fitt hijyenik bir çağa ayak uydurmak için lezzetlerin canına okumadık mı?

şehirde yer olmadığından dolayı -nefret ediyorum bu kelimeden- rant kapıları açmadık mı?

silivriye şimdilerde cezaevi yaptılar işletmeye başladılar bile.

avcıların yazlık olduğu sahil yolunun daha dolmadığı devirleri hatırlıyorum da...

bana yuzsene geçmiş gibi geliyor.

bir kuşak çok erken yaşlandı.

değişimleri takip edeyim derken bir zaman sonra bezdi ve bıraktı.

bir zaman sonra değişimlere denk gelince de şaşkın şaşkın bir vaziyette dolaştı ve dolaşmakta.

1982-2008 laneth ruhsal devinim ürünleri corp. yazıyor entry yahut sizin dilinizle giri girme alanının altında.

ruhsal devinimler süspanyonu dağilmiş bedende etkileri ne ola acaba?

nanik çekmekten başka birşey gelmez elden.

hadi biraz da bir fıkra alatalımda bu girimidir entrymidir patlicanmıdır artık ne haltsa bitsin bakalım;

"cimriliğiyle ünlü imamzade memiş beyin karısı ölmüş. memiş bey, en ucuzundan bir ölüm ilanı vermek için bir gazeteye gitmiş.
ne kadar kısa yazarsanız, o kadar ucuz olur diye uyarmışlar kendisini ve beyaz bir kağıt koymuşlar önüne.

imamzade memiş bey de, düşünmüş taşımış:
eşim mehtabiye'yi kaybettim, üzgünüm" diye yazmış.

gazetedeki ilan memuru:
- bizde, demiş; 10 kelimeye kadar bütün ilanlar aynı fiyata... 6 kelime daha ekleyebilirsiniz ilanınıza.

imamzade memiş bey de, hemen 6 kelime daha eklemiş ölüm ilanına:
"satılık sarık var, dedemin eski sarığı"...