leslie easterbrook namıyla bilinen kişiyi türkiye cumhuriyeti sınırlarında yaşayan her kişinin bildiği aşikardır. leslie dedim ama biraz daha açmam gerektiğinin farkındayım. hani şu police akademisi serisindeki callahan yahu.

şüphe yok ki vakti zamanında bir çok kişi bu leslie easterbrook'a aşık olmuştur hatta ona beslediği temiz hisler vasıtasıyla pembe pancurlu değil de onunla bir hane kurmayı tasavvur etmiştir.

bendeniz vaktiyle avanak avni zamanlarımda böyle bir tasavvurum vardı ama erken post avanak avnilik zamanımda hakkat kafama vurunca vazgeçtim.

bir hayal daha yıkılmıştı. ufak çaplı olsa da bir tahribat yaşadım elbette. öyle kocaman birşey değil elbette. ne hafızamı kaybettim ne de çöllerde mecnun misali dolaştım. şöyle hafızamı kurcaladığımda etki tepki kanununa göre bana verdiği tahribat ok ve yayın zırhlı gemiye vereceği zarar kadardır.

yine ucuz kurtardım. bir hayal kırıklığının bedeli hiç önemsenmeyecek bir meblağdı. oysa yaşantı içinde hayal kırıklıklarının bedeli daha fazla olmaya başladı.

şüphe yok ki bu herkes için geçerlidir.

şu yaşadığımız günler martın ortasında tirtir titrememiz aslında bir cilveden başka birşey değildir. oysa yaz geldi diye sevinilmişti sevinçten göbek atacak raddeye gelmiştik 12. aya kadar lögar kapağı kadar ağır kıyafetlerden kurtulacak bir tisört bir pantul giyecek keyfimize bakacaktık.

fakat kış bitmemişti. sanki köşeye şıkışmış vahsi yaralı hayvan gibi hücuma geçti bizden bir ısırık aldı. vakitsiz açılmış çiçeklerimiz döküldü ve bu düşüşü kimse durduramadı.

ama bunu dert etmemeli nasıl olsa çiçeklerin kökü biz de ne kadar çok kesilirse bir o kadar gür çıkar.

fakat tekrardan çıkması zamanında yahut son nefesini vermek üzere olan canavarın cartayı çekmesini beklerken
zaman boğazlanan bir çocuğun kanı gibi ağır ağır geçer.

kendimize sorular sorarız neden böyle öyle oldu niçin böyle oldu nasıl olurda bu kadar tedbirsiz olabilirim kendimi mahv-ı perişan ederim diye diye içimizi oymaya başlarız.

şüphe yok ki bunu farklı boyutta 944'ün son günlerinde hücuma uğrayan müttefiklerin omar bradley kendisine yöneltmiştir. oysa daha biraz önce paris'i rahatlıkla zapt etmemiş miydiler?

insan hayatıda böyle tam herşey bitti oh denildiği vakit herşey tekrardan başlar karanlığın içindeki ışık hiç gelmemesine uçar gider.

birisini seversiniz biraz utangaç olduğunuzdan ona açılamazsınız. bir gülüşü dünyanızı aydınlatır. mırmır sesi ile fısıldıyan 'sen saadeti anca ensende görürsün' diyen serçe kuşu susmuş. fakat birden sanki tam ha benim diyecekken bir daha hiç gelmemesine gidiyor. gitti de gider minik prenses gitti gider.

ne tat kalıyor gecelerde ne tat kalıyor gündüzlerde sadece vade doldurmak için yaşanıldığı çanları bütün gümbürtüsüyle çalıyor.

che non ti piacciono piã¹
oh no, oh no
tu mi fai girar,
tu mi fai girar...
poi mi butti giã¹,
poi mi butti giã¹..*

tam manasıyla kişi yerle yeksan olmuş bir şekilde aydınlanmış olarak hayatına kaldığı yerden devam ediyor. budalıklar bitmiştir. bir daha başlayabilir budalıklar bile bile ladesler denilebilir binlerce kez tecrübe edilmiş formullerin aksine zar atılabilir.

çünkü budalık kadar tatlı birşey yoktur. budalıkların faturası hayat denilen merdaneyi işletirken etki etmemeye başlar. belki kişilik bölünmelerine sebep olabilir gayet light manada ama hayat devam eder. bir şekilde.

yalancı baharları yaşamamalıdır kişi. ağaçlar yalancı bahar yaşamadıkları vakit daha az lezzetli mevya verirler ama çiçekleri dökülünce yalancı bahar yüzünden elde kalanlara daha ihtimam gösterirler.

şu hakikati kabul etmek gerekir ki hiç bir şey baki kalmıyor elimizde. maddi yahut manevi anlamda herşey pır diye uçup gidiyor elimizden. belki daha fazla kalıyor elimizde ama nihayetinde elden çıkmıyor mu?

korumak için o kadar çabayla didindiğimiz şeylere harcadığımız efor elde olanların kıymetini kat ve kat aşmıyor mu?

belki tılsım bir rahip gibi yaşamaktadır. sanki bir diyojen gibi yaşamak belki tek çözümdür.

insanlara olgulara bağlı yaşam olmayacağı gerçeği idrak etmek gerekir. çünkü insanlar ölür bir yerlere giderler değişirler ve el elde başbaşta kalır.

bir hobi edinmelidir insan. bu hobi için yaşamalıdır belki. yeni bir dünyadır o. modern çağın ezip geçtiği bireylerinin kaçıp saklanacağı mağaradır.

ama bu mağarayı çok iyi korumak gerekir hatta kendimizden bile. çünkü piç kurusunun biri gelip o mağarayı tarumar edebilir yahut sarhoş geçen bir gecenin sabahından hırsımızı ondan çıkartıp hak ile yeksan edebiliriz.

when no-one else can understand me
when everything i do is wrong **

leslie easterbrook'la başladık yazıya onun kendi trajedisini şu sözlerle vurguladığını da söylemek gerek;

'i did one film i'm not proud of. i did it for money. hopefully, it will never see the light of day.'

ama bence yanlış düşünüyor çünkü hala sektörde ve will deme hakkına maruf.

giovanni guareschi'den bir alıntıyla yazımı bitiyorum;

şafak söküyordu. günlerden çarbamydı. kasım ayının kasvetli bir çarşamba sabahı. 12 katlı bir binanın tavan arasında bulunan tekir kedinin biri uyandı, gerindi, esnedi, saçak kenarındaki hava deliğinden önce başını, sonra vücudunu geçirdi ve kendini sokağa attı. tekir kedi henüz havadayken yanından geçen bir serçe;

- ayol ne yapıyorsun sen? dedi. sonbahar yaprakları düşer, kediler düşmez ki.
- evet doğru! diye cevap verdi kedi. ben yanıldım da kendimi yaprakla karıştırdım.

ve tekir kedi tekrar yukarıya doğru havalandı, tavan arasına girip bıraktığı yerden uykusuna daldı..

bu sırada bir kestane ağacının yapraklarından biri yerinden kopmak için çırpınıp duruyordu.

- ne yapıyorsun yahu? diye sordu komşusu bir yaprak. sen henüz yeşilsin ve hayattasın.

- ah! hayat ha! diye üzgün bir eda ile cevap verdi öteki yaprak. hayat kuru bir hayalden başka bir şey değildir ki...

ve bunu deyip dalından koptu, kendini aşağıya attı. düş kırıklığına uğramış zavallı yaprak! zamana uymasını bilmemiş zavallı yaprak...

---

fondaysa dean martin'den hey brother, pour the wine makamından birşeyler işte....

* la bambola'da geçen bir dizedir meali; onlarca oyuncak bebeğin arasına atıyorsun olmaz, olmaz,olmaz,olmaz

** elvis'in the wonder of you şarkısıdır.