un homme qui dort
un homme qui dort*(*uyuyan adam), perec'in ülkemizde en çok okunmuş ve beğeni toplamış eseri olsa gerek. bunda yazarın okurundan çaba bekleyen, kısıtlamalarla hem yazmayı hem de okunmayı zorlaştıran deneysel çalışmaları arasındaki okunması kolay örneklerden biri oluşunun payı büyüktür sanıyorum. internet ortamında şöyle bir gezinecek olursanız, yapılmış alıntılarda kitabın önemli bir kısmını bulabilirsiniz. okurun bu değerli yapıttan hangi bölümü alacak olursa olsun kendi varoluş derdine dair bir şeyler bulacak olması, benzerlikleriyle akıllara getirdiği kimi eserler*(*dönüşüm)*(*yabancı)*(*aylak adam)*(*vb.) gibi ilgi görmesini sağlamışken, ben kendi adıma, bir bakıma geç tanışmış ve yirmili yaşlarda değil de otuzlarda okumuş olmaktan şikayetçi olmadım. çünkü bence "uyuyan adam", böylelikle, sonraları perec'in de bir tür "nörasteni" olarak tanımlayacağı karanlık bir yabancılaşma hikayesi olmaktan fazlası haline gelip, "önemli bir soru ve tatmin edici bir cevap" formuna dönüşebiliyor.

yalnızlık, durağanlık, eylemsizlik, tekdüzelik, uyuşma; bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek, umut etmeyi, girişimde bulunmayı, başarmayı, diretmeyi unutmak; zaman kaybetmek; arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri olmak; kıpırtısız, bunalımsız, kargaşasız bir hayat; kayıtsızlık, sabır, sessizlik... kısacası her türlü etkiyi, hareketi ve gelişmeyi durdurup "yaşamı iptal etmek"le, varoluşu yok sayabilmek, özgürleşmek mümkün müdür sorusuna perec'in cevabı, "daha uzun bir süre kendine yalan söylemeyi, kendini sersemleştirmeyi, kendi oyununa gelmeyi sürdürebilirsin belki. ama oyun bitti, büyük şenlik, ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşluğu bitti. dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin. kayıtsızlık seni farklı kılmadı. ölmedin. delirmedin." oluyor ve yaşamı "bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan başlama makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet" şeklinde tanımlayan perec, la vie mode d'emploi ile onu nasıl kullanacağımızı da gösteriyor, elbette.

ben "uyuyan adam"ı okurken "bu gençle la vie mode d'emploi'da karşılaşmamış mıydım" diye sorup, eskiden plassaert'lerin odasında kalan tarih öğrencisi gregoire simpson olduğunu doğrulayınca, perec'in puzzle'ında bir parçayı daha yerine koymuş oldum ve yaklaşık on yıl sonra yazdığı bu eserde, bu defa hikayenin kısa bir özetini yapan ve hem öncesinden, hem de belirsiz de olsa sonundan bahseden perec'in yarım bıraktığı tarih öğrenimi ve üst dudağındaki yara mevzusuna, 1975'te yayınlanan tentative d'epuisement d'un lieu parisien*(*bir paris semtinin tüketilme denemesi)'de yer alan küçük bir detayı da ekleyince, "uyuyan adam"ın otobiyografik olup olmadığı tartışmasına kendi içimde son verdim şahsen:

"bir gün gecenin saat ikisinde evine dönmekte olan sağ taraftaki komşusu troyan, genç öğrencinin odasındaki ışığın hala yanmakta olduğunu gördü; kapıya vurdu ama cevap alamadı, bir kez daha vurdu, biraz bekledi, tam kapanmamış olan kapıyı itti ve gregoire simpson'ı yatağında dizlerini karnına çekmiş, giyinik durumda, gözleri açık, eski bir terliği küllük olarak kullanarak, orta parmağıyla yüzük parmağı arasına sıkıştırdığı bir sigarayı içerken buldu." - la vie mode d'emploi

"kaldırımda olduğu yerde titreyen bir adam var, deliye benzemiyor pek, tiki varmış gibi (sanki omzunu boynu sürekli kaşındığı için oynatıyor); sigarasını elinde aynı benim gibi tutuyor (orta parmakla yüzükparmağı arasında): bu alışkanlığı başka birinde ilk kez görüyorum." - tentative d'epuisement d'un lieu parisien

1974 yılında eseri sinemaya başarıyla aktarmış olan aynı adlı filmi de anmadan geçmeyelim.

(ilgili bkz: georges perec)