üç yıldır medyanın içindeyim daha çok çok yeniyim ama her işte olduğu gibi bu alanda da oldukça fazla birbirine çelme takmaya çalışanlar, senin yaptığın işe "ben yaptım" diye konanlar, "bak senin üstünde ben varım sen benim gölgemde kalırsın ancak" diye babalananlar, küçük dağları ben yarattım edasıyla kendini alemin müdürü bellemiş tipler... var da var.. eee görünen köy kılavuz istemiyor... ben de boyumdan büyük laflar etmek istemiyorum... program müdürümüz geçen gün, programa gelen leyla ile mecnun yusuf ile züleyha hakkında kısacası "aşk-lar" üzerine kaleme aldığı kitabın yazarı için demişti ki: "ben 50 yaşındayım utanıyorum böyle laflar kurmaya"...yazarın konuşmalarına kulak verdiğimde anladım ki yazar, yaşının ufaklığına rağmen "bendeniz" edalarıyla kendine olan o fazla güveni, sunucunun onu köşeye sıkıştırması sonucunda da gün yüzüne çıkarmış oldu... bir de yeri gelmişken söylemeden geçemeyeceğim sunucuların tükendiği bi zamanda yaşıyoruz sanırım...bir çok kanal yönetim kurulundan, müdür kadrosundan ve yönetmenlerden sunucu kadrosu oluşturuyor ve komik olan kısmı da var ki aynı bina içinden çok uzaaaklardan gelen bir konuğu ağırlar gibi konuk alınıyor...yani demem o ki: benim ne yaptığım işten dolayı dirsek çürütmüşlüğüm var (henüz) ne de klavyemde yazmaktan aşınmış tuşlarım var(henüz)...nacizane kendi darağacımdan bir demet bakış açısı sadece...
lakin bir şeyi de çok iyi öğrendim, her şeyi sahip olmak isteyen elindekini de kaybediyor..
medyada tanık olduğum iki alana değinmek istiyorum... televizyonculuk ve gazetecilik. televizyonun tam içindeyim gazete ile de koordine halindeyim... ikisi de janjanlı, renkli, cıvıl cıvıl alanlar... televizyon bir haberin bir programın belgeselin ya da bi fragmanın canlı eyleme dönüşmüş halini ekrana yansıtırken gazete de aynı dalların kağıda dökülmüş halini fotoğraflar eşliğinde aktarıyor. bazı filmler vardır. döner döner izlersiniz. bazen görüntüsünü, bazen alt müziğini, bazen senaryosunu bazen de hepsi sizi alır götürür çok uzaklara. başka bir diyardasınızdır artık. sihirli fasulyeler içinizdeki toprağa kök salmış göklerdeki yeni serüvene sizi çağırmaktadır. oradan nice yollara girecek türlü engelleri aşacak başka başka sokaklara sapacaksınızdır... o sokaklar canlıdır, hayat doludur... göz alıcı ihtişamıyla çeker alır sizi içine... kaptırmamak ne mümkün kendini... söz gelimi bu mesleklerde de var aynı duygular. bazen bir haber çekiyor sizi bazen o haberin sizin yaşantınıza yakın olması etkiliyor sizi, bazen bir bakıyorsunuz işiniz hayatınızın da önünü geçmiş, bazen de işiniz sadece maddiyata dönüşmüş...
televizyoncu ve öteki olmak her zaman onur verici bir olgudur benim için... yalnız ötekini anlamaya çalışmak her zaman yaptığımız en büyük hatalardan biri aslında. buradaki hatamız aslında anlamak değil anlamaya çalışıyormuş gibi davranmakla başlar. aslında hiçbir zaman anlamayız ötekini. burada ki öteki diye adlandırdığımız aslında biziz. eğer biraz durup düşünürsek herkes bir noktada öteki. kadınlara göre erkekler öteki erkeklere göre kadınlar öteki, sana göre ben ötekiyim bana göre sen ötekisin. herkes bir diğerinin ötekisi aslında.. önce internet girdi hayatımıza kullanmayı beceremedik, ötekimiz oldu ve boş zamanlarımızın eğlence kaynağı oluverdi. sonra sosyal medya girdi hayatımıza her şeyden daha rahat haberimiz olacak dedik bir baktık ki aynı zamanda dört duvar arasına tıkılıp kalmışız, eski hayatlarımızı yaşayamaz olmuşuz. ne alışveriş merkezlerine eski rağbet var ne de sayfalarını bir bir çevirdiğimiz kağıdın kokusunu alarak gazete okumanın eski tadı...
vesselam..
lakin bir şeyi de çok iyi öğrendim, her şeyi sahip olmak isteyen elindekini de kaybediyor..
medyada tanık olduğum iki alana değinmek istiyorum... televizyonculuk ve gazetecilik. televizyonun tam içindeyim gazete ile de koordine halindeyim... ikisi de janjanlı, renkli, cıvıl cıvıl alanlar... televizyon bir haberin bir programın belgeselin ya da bi fragmanın canlı eyleme dönüşmüş halini ekrana yansıtırken gazete de aynı dalların kağıda dökülmüş halini fotoğraflar eşliğinde aktarıyor. bazı filmler vardır. döner döner izlersiniz. bazen görüntüsünü, bazen alt müziğini, bazen senaryosunu bazen de hepsi sizi alır götürür çok uzaklara. başka bir diyardasınızdır artık. sihirli fasulyeler içinizdeki toprağa kök salmış göklerdeki yeni serüvene sizi çağırmaktadır. oradan nice yollara girecek türlü engelleri aşacak başka başka sokaklara sapacaksınızdır... o sokaklar canlıdır, hayat doludur... göz alıcı ihtişamıyla çeker alır sizi içine... kaptırmamak ne mümkün kendini... söz gelimi bu mesleklerde de var aynı duygular. bazen bir haber çekiyor sizi bazen o haberin sizin yaşantınıza yakın olması etkiliyor sizi, bazen bir bakıyorsunuz işiniz hayatınızın da önünü geçmiş, bazen de işiniz sadece maddiyata dönüşmüş...
televizyoncu ve öteki olmak her zaman onur verici bir olgudur benim için... yalnız ötekini anlamaya çalışmak her zaman yaptığımız en büyük hatalardan biri aslında. buradaki hatamız aslında anlamak değil anlamaya çalışıyormuş gibi davranmakla başlar. aslında hiçbir zaman anlamayız ötekini. burada ki öteki diye adlandırdığımız aslında biziz. eğer biraz durup düşünürsek herkes bir noktada öteki. kadınlara göre erkekler öteki erkeklere göre kadınlar öteki, sana göre ben ötekiyim bana göre sen ötekisin. herkes bir diğerinin ötekisi aslında.. önce internet girdi hayatımıza kullanmayı beceremedik, ötekimiz oldu ve boş zamanlarımızın eğlence kaynağı oluverdi. sonra sosyal medya girdi hayatımıza her şeyden daha rahat haberimiz olacak dedik bir baktık ki aynı zamanda dört duvar arasına tıkılıp kalmışız, eski hayatlarımızı yaşayamaz olmuşuz. ne alışveriş merkezlerine eski rağbet var ne de sayfalarını bir bir çevirdiğimiz kağıdın kokusunu alarak gazete okumanın eski tadı...
vesselam..