kimsesizim...
bunca acı tek bir kelimeye nasıl sığıyor?
çaresizliğim boyumdan büyük bataklık misali içine çekiyor ruhumu, benliğimi, aklımı... sakin kalmak için bir ilaç, bir ilaç, bir ilaç daha. yine olmadı! en iyisi bir ilaç daha...

ilaçlardan medet umduğum küçük ama büyük dünyam, dopdolu ama boş dünyam... sokaklarında yürüyüp yürüyüpte yol alamadığım karanlığım...
çocukluğumdan kalma gürültülerim içime işlemiş olmalı... yoksa bu sessizlikte nasıl sağır olur insan? arka odadan sesleri geliyor annemle babamın. içine sıkışıp kaldığım küçük odada ise sobanın etrafında kol gezen fırtınalarım beni üşütüyor. ürperiyorum. baktım ki hıçkırık sesleri benden değil tuya' dan geliyor. sarılıyorum ona. kanatlarımı açıyorum üzerine. savunuyorum. korkuyorum ama belli etmiyorum. yıllarca girdapta kalıyoruz. ama ona hissettirmiyorum. o benim canım... canımın taa içi...

ve şimdi o beni terketti.
içimdeki ben gitti.
ve ben yapayalnız kaldım.
şimdi ben de gittiğime göre kendimle başbaşayım.
soğuk bir odada kibritimin titreyen ışığında, birazdan söneceğini bile bile umutla bakıyorum ki, belki tanrı sesimi duyar diye. oysa kibritçi kız bile çakmağa terfi etti. artık tanımaz seni- beni...

tavan arasında ki pencere sarmaşıklarla örülü. budamak gerekli artık! yazın pencere bile açılmaz burada, kertenkele dolar içeriye. hiç sevemedim şu sürüngenleri. onlar da beni sevmiyorlardır belki, kim bilir...

okul saati yaklaştı. ama ben okulu çoktan bitirdimdi. niye önlük aradım ki? dantel yakamı annem ördü hatırlıyor musun? ben hiç unutmadım.
sus biraz sersem! kafamı karıştırıyorsun! en iyisi dışarıya çıkmak! gelme peşimden!
.............
bahçedeki ayrık otları, canımı sıkıyorlar... bütün iyi niyet gösterileri boşuna! hayat mı böyle, dünyam mı? karar vermek çok güç... farkına varmaksa bi o kadar can yakıcı...

sobanın külleri de eski bahçemde. uçuşuyorlar. fırtına çıkacak yakında. sonrası dinginlik beni teselli etmiyor çünkü yıkıntılarıyla meşgul olacağım. hep gecenin sonundaki güneşten bahsedilir, hani her karanlığın sonunda doğar ya... oysa ya ayazın habercisidir yada yakıcılığın.
bunlarda boş yani, boşuna çeneni yorma tuyacığım. eğer ben de tuya' ysam biliyorsun içimde kopanları... oysa sen hala boş boş dır dır edip canımı sıkıyorsun. ayrık otundan ne farkın varki! ne ölüyorsun ne diriliyorsun. kökünden sökmekte çare değil, mutlaka yeniden türüyorsun. çık git yüreğimden tuya, aklımı ve beni bana bırak!

oh bee... şimdi kaldım kendi kendime. ama biliyorum gözetliyor beni ötelerden. yine gelecek, sonra kovacağım onu olanca gücümle ve çığlığımla... ya sonra... sonra yine gelecek. bir boy küçüğü bi boy büyüğü, bu böyle sürüp gidecek...

yol bitmiyor işte, bi de tırtıllar sarmış ki, hiç sormayın... böcekler... off... ilaçlama da yapmıştım oysa... bahar geldi geçti, yazın ortasına geldik neredeyse henüz çiçek bile açmadı bahçemdeki ağaçlarda! ne demek oluyor bu! komşunun bahçesi meyve sepeti gibi oldu... çocukken atlayıp- zıplayıp çaldığım elmalar- erikler... aynı tadı bulamadım hiç. bulan var mı aranızda. bi de leblebi tozu vardı. pipete benzer küçük plastik borularla içimize çekerdik ahh bi de tüp içinde çikolata! hala satıyorlar mı? satsalar ne olur ki... çokomel vardı, hala var... aynısı gibi mi,değil...
çokomeline yakan top oynardık bu bahçede işte, şu tarafta... is-top neydi peki, oyunun adının anlamı neydi? ya birdir dir, hiç beceremedim o oyunu, hep kaybederdi benim olduğum takım, kimse benimle aynı takımda olmak istemezdi... ama saklambaçta üstüme yoktu hani... sonra evlere doluşurduk... star tv de taş devri başlardı. sıkı sıkı tembihlerdim anneme ki kaçırmayayım... susam sokağı, adile teyze, kemal sunal filmleri, voltran, he-man, sonradan bi de she-man çıkmıştı, uzaylı zekiye vardı...

şimdi ne oldu, neresindeyiz hayatın, büyüdük de iyi mi yaptık? kırmızı ayakkabılardan topuklulara terfi ettik de ne oldu?
büyüdük, içimizdeki masumiyeti keybederek büyüdük, biraz biz kirlendik, ama hep kirlettiler...
anneee, bana peynir-ekmek yap, arkadaşımın annesi yapmış...
anneee, susadım...