akıllı bir adam hacım, işi biliyor. tüccar ruhu var bir yerlerinde. veriyor gazı, yükseltiyor levelını. sol cenah atatürk'ten beri böyle heyecanlı bir adam görmediğinden kelli ufak ufak kaymaya başladı tarafına. biz de küfür eden prim yaptığından her geçen gün biraz daha arttırıyor popülaritesini. ajdar anık'ın siyaset parkelerindeki tipini andırıyor ama kesinlikle o kadar salak değil. hatta tahmin ettiğim üzre gayet akıllı bir adam. soldaki eksikliği erken farketti. deniz baykal'la falan olacak iş değil bu. artık solcular bile sıkıldı meclis kürsüsünden "siz şöylesiniz, böylesiniz" diyen adamlardan. o yüzden heyecanı yükseltecek, adrenalin pompalayacak bir isim gerekiyordu. işte eksiklik buydu, tuncayım özkanım da erken farketti durumu. eksiklik kendisi için biçilmiş bir kaftandı, o da üzerine düşeni yaptı... şu anda herkes arkasından küfür ediyor ama ağır abilerini de inandırabilirse kısa süre içinde tepelere oynayabilir.

tüccar demiştik. adamın neresine tıklarsanız tıklayın; "alın kitaplarımı kurtaralım cumhuriyeti" diye bir havası var. bu adam sol için beklenen, sağ için taşak konusu... türkiye için ise gereksizin önde gideni. güçlenecek ama umarım gerekli gücü bulamaz yoksa ne istikrarı kalır bu ülkenin ne de huzuru. heyecanlı milletiz vesselam; bunun verdiği gazlarla neler yapmayızki.

"ilhan abimi aldınız beni de alın"
"almazlarsa yüzlerine tüküreceğim onların"
"14.30'da istanbul'da oluyorum"
"köpek bunlar köpek"

şu söylemlere bak; hey yavrum hey!
buz gibi soğuk apartman önü merdivenlerin mermer yüzeyine dayadığımız götlerimiz fosur fosur ossururken ellerimizde çekirdek, yoldan geçen karı kızlara falan bakıp "çok güzel sikilirler" gibi beyin fırtınası yaratan ve entelektüel birikimimizle herkesin ağzını bir karış açık bırakan muhabbetlerimizi ettiğimiz sırada elli metre öteden caner'in koştuğunu farkettik. mahalledeki dedikoduların yayılma noktası olarak tanıdığımız caner'in bu koşuşturması hemen kafamızın üstünde akp ampüllerini alevlendirdi ve "du bakalım kim kime değdirmiş yine" soruları alev alev yanmaya, adeta oturduğumuz buz gibi mermeri cayır cayır yakmaya başladı.

"n'oldu caner, hayırdır?" diye atıldık, bir kavga durumu falan da olabilirdi, zira caner'in yaradılışı bu yöndeydi. caner mükemmmel bir mühendislik harikasıydı ve o'nun yaşamını gören herkes evrendeki her şeyin yüce bir güç tarafından yaratıldığını anlayabilirlerdi, günde yediği 5-6 sopa dayağı sineye çeker, her yere bilgi sızdırırdı. "abi, tuncay... özkan..." diye nefeslendi, "n'oldu anam seni mi sikti" diye seslendim ve herkes gülmeye başladı, espiri anlayışımı herkes beğeniyor, dolayısıyla da yeni insanlarla tanışıp beni sevmelerini, bana güvenmelerini sağlıyordum. "hayır.. abi... chp tuncay özkan ve kanaltürk'e para hibe etmiş!"...

beynimizden vurulmuşa, ağzımızdan verilmişe dönmüştük! öyle ki engin'in elindeki antalya tatilinden hatıra olan üstünde kendi bıyıklı resminin basılı olduğu kahve fincanı slow motion kıvamında yere düşüp kırılmıştı. "caner, senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? ne demek hibe etmiş, ne demek chp, ne demek oğlum?" diye bağırmaya, bir yandan da fincanı kırılan mal engin'i sakinleştirmeye çalışıyorduk. çekirdeklerimiz yere düşmüş, karşı binadaki nevriye teyze camdan çıkıp "o çekirdekleri toplamazsanız anne babalarınıza şikayet edeceğim sizi" diye çemkiriyordu. hemen arkadaşlarıma dönüp "çocuklar, evlere dağılıyoruz, bütün görsel ve yazılı materyalleri toplayın, engin bulduğu bütün materyalleri blue-ray'e geçirsin, caner bir paket tadım çekirdek alsın, kemal okula gitsin ve diğer arkadaşlara haber versin, son olarak da biri şu yerdeki pisliği temizlesin" buyurarak koşturmaya başladık.

ikişer üçer tırmandığım apartman merdivenlerinin sonunda, dairemin katına geldiğimde kapının deliğinden bir ışık süzülüyordu sanki, çok büyük bir gün olacaktı, bunu hissedebiliyordum. kapıyı açarak eve girdim, çekmeceleri telaş içinde karıştırıyordum, hoş bunun bir sebebi yoktu, böyle yapınca çok daha heyecan verici ve motive edici oluyordu. önceden kaydettiğim haber kasetlerini izlemeye ve duvarlara yapıştırdığım gazete küpürlerini incelemeye koyuldum.

tuncay özkan, aydın doğan'a bağlı olarak uzun sayılabilecek bir süre çalışmış, kanal d, show tv gibi tv kanallarda haber müdürlüğü görevi yapmış, terörist abdullah öcalan'ın yakalanması olayını döneminde moda olduğu üzere can dündar'dan önce "operasyon" adlı kitap haline çevirmişti. bir sebepten ötürü ayrıldığı işinden belirli bir süre sonunda "dişimden tırnağımdan arttırdıklarımla kurdum" dediği kanaltürk'ü açmıştı. o zamanlarda tarafsız bir haber anlayışıyla yayın yapan kanaltürk'de en sevdiğim yayın pinky and the brain adlı dünyayı ele geçirmeye çalışan şişman ve sıska iki lab. faresinin maceralarını anlatan (şimdilerde çok benziyorlar birilerine, boşverin) çizgi diziydi.

bir kaç sene boyunca tarafsız yayın anlayışını bozmadan bültenlerine devam eden kanalın değişimi ile chp muhalefet gücünün, deniz baykal'ın karizması nın ve halkın partiye olan güveninin azalmasıyla paralel bir doğrultuda ilerliyordu. artık türkiye vatandaşında ve gençliğinde iktidar karşıtı yayın yapmanın tarafsızlık, iktidar yanında yayın yapmanın da yalakalık şeklinde adlandırılması rutin bir hal almaya başlamıştı. kanaltürk'e bu tutumu yüzünden verilen sayısız ceza ve yaptırımın sonunda nihayet geçtiğimiz aylar içerisinde mahkeme kararıyla tüm yayınlarının durdurulmasına, diğer bir deyişle kanalın kapatılmasına karar verilmişti.

geçen süre boyunca ne yapacağını bilmeyen tuncay özkan, haklı olarak kanalı kapanmadan önce bir şekilde elden çıkarıp yeni bir televizyon kanalı kurmak istiyordu ancak bağlı olduğu sosyal demokrat veya ulusalcı kesimden hiç kimse buna yanaşmıyordu ve çaresiz tuncay özkan, kanalını akp taraftarı bir gruba satmaya karar vermişti.

halk, sözlükler alemi, internet platformları, park ve bahçeler müdürlüğü infialdeydi. "nasıl olur lan adama bak kanalı kimlere satmış dönek namussuz" yakarışları ve küfürler ayyuka çıkıyordu.

esasında siyasi yaklaşımına, siyasetteki zavallılığına, chp şakşakçılığına öfkeyle ve sinirle bakan biri olsam bile, kanaltürk'ün satılışında yandaşı olduğu sosyal demokrat ve ulusalcıların kendisine sırtını dönmesi, buna bağlı olarak çaresizce "dişinden tırnağından arttırdıklarıyla" kurduğu bir yayın kuruluşunu yıllar boyunca cephe aldığı bir partinin taraftarına satmasını kendisi de kabullenemiyor. hem bir suçluluk hem bir haklılık duygusu var kendisinde.

siyaset ve politika dünyasında yer alıp duygusal davranmanın bedellerinin artık farkına vardığını düşünüyorum. umuyorum ki kuracağı yeni tv kanalında gerçekten tarafsız bir yayın anlayışına sahip olur.

bu küçük analizi yaptıktan sonra mahalleye tekrar dönerek durumu arkadaşlarıma anlattım ve artık hayati kararlar almamızın zamanının geldiğini tartışarak kararlaştırdık; daha sağlam kahve fincanları satın alacaktık.

ibneler zaten bi halta dokunmamış.