the fall
ben de "düşüş" hakkında bir şeyler yazmak istiyorum:

kafanızda bir fikir oluşsun diye, filmi uçurtmayı vurmasınlar tadında diye tanımlayabiliriz. nihayetinde hapishane yerine hastanede geçiyor ve erkek çocuk - kadın mahkum yerine kız çocuk - erkek hasta ilişkisi işleniyor..ama elbette apayrı filmler..yine de çocukların sevimliliği ve rol yetenekleri aynı kalitede..barış'ın yerini, adını büyük iskender'den alan "alexandria" alıyor..

yönetmen süper film yapmış ağalar..lamı cimi, yorumu morumu yok..entelektüel yorumlara gerek yok..salondaki herkes (filmi izlerken bir ara dönüp insanların yüzüne baktım) suratında aptal bir tebessümle izliyordu filmi..film yapmak biraz da budur bence..(ki film bundan çok daha öteydi)..hatta bir ara tam arkamda oturan yaşlı teyzenin telefonu çaldı ve kadın açıp gayet duyulur bir sesle konuştu..belki bir başka filmde gerginliklere, homurtulara sebep olacak şey çok net bir biçimde gülüşmelere sebep oldu bu kez..

filmden de bahsedeyim biraz;

büyüklere masallar..hepimiz hala çok seviyoruz masal anlatılmasını bize..dengbej tadında usta bir anlatıcının bizi alıp götürdüğü diyarları tasavvur edip, iyiyle kötünün mücadelesini izliyoruz muhteşem bir görsellikle..dostluk da var filmde, aşk da, din de, ihanet de, sevgi de...hatta kahramanlar 1930'ların amerikası düşünüldüğünde, o dönemin ezilen sınıfları -hintli (veya kızılderili), zenci bir köle, bir italyan göçmen-....ama hepsinden, eli ayarlı bir annenin yemeğindeki gibi bir tutam..filmi izlerken sadece yediğiniz yemeğin güzelliğini düşünüyorsunuz, içinde ne olduğunu değil..

bu filmi çok sevdim..çünkü "küçük alexandria" 'nın da dediği gibi; masallar, anlatana olduğu kadar, dinleyene de aittir..

"what?" "what?" "what?"