the dark knight
başlık benim olsun. çünkü muhtemelen vakti gelince hak ettiği kadar dolu bir yazı getireceğim bu satırların yerine. ama kimse yazılmış en iyi film eleştirisini beklemesin benden, yapılmış en iyi filmi aynı adamlar yaptı daha önce çünkü, biz de yazdık ne kadarına gücümüz yettiyse. yine de başlığın ilk yazısı benim olsun. anlaşalım, nolan filmleri benim, geri kalan hepsi sizin olsun.
çekimlerine bile başlanılmadan tartışmalarına başlanan bir film olarak malumunuz the dark knight, gösterime girdikten sonra da beklenildiği kadar olay yarattı, çok konuşuldu, çok tartışıldı. heath ledger'dan joker olur mu, jack nicholson'ın yerini biri alır mı gibi abuk telaşlardan başlayan bu hikaye, joker performansı konuşulmaya filmden önce başlanıp filmden sonra da bir daha dilden düşmeyecek olan heath ledger'ın ölümüyle daha bir aldı başını yürüdü, imdb sürpriz(!)i de işin içine girince, tam seyirlik şölen sunuldu bize aylar boyunca, sunuluyor, sunulacak.

bir de biz detaylıca girmeyelim imdb geyiğine, zira zaten bu yazıyı yazıncaya dek film üçüncü sıraya gerileyip pek çok kişiyi kudurduğu köşesinde rahat bıraktı bile çoktan. dillerden düşmeyen bi the shawshank redemption, bi the godfather tartışması aldı başını yürüdü, nedir bu filmler bi kere, sonra imdb'nin sıralama mevzusu nedir, birinci sırasında the prestige'in olmadığı sıralamayı neremize muhatap alalım misal kişisel olarak, bütün bunları bi kenara bırakalım. heath ledger ölmüş de badem gözlü olmuş-muş. ölüsü de dirisi de rezil eder eleştirmen geçinenlerin tümünü. geçelim.

the dark knight bir süper kahraman filmi, bir çizgi roman uyarlaması, bir suç filmi bilmem ne, hangi kategoriye sokulursa sokulsun, o kategoriyi allak bullak etmeye yetmiş bir filmdir, özeti bu. kimse başka film yapmasın aynı türde mesela. ki ben zerre hazzetmem böyle türlerden, nolan adı geçmese hiç de işim filan olmazdı, ama o hangi türe el atmışsa, attığı yeri iyi yoklamış demektir, feyz alın azcık kulp takacak yer arayacağınıza. "bu film henüz sınıflandırılmamıştır" yazısını sinema salonundaki heyecanlı bekleyiş sırasında okurken, heheh dedim sadece. sizi hiçbir zaman sınıfandırmadık ki nolan kardeşlerim. ama gelin muhabbet olsun diye biz de aynı türlere dalıp oradan yürüyelim. kıyaslayalım ki komik görünsünler, biz de gülelim. bisssm...

***

"bu film bir batman filmi değil, joker filmi" diyen bi ton kişiye şaşkınlık kod adlı bir tepki göstermek, onlarla aynı seviyeye inmek demektir, yapmıyoruz, sakın. heath ledger'ın performansının aşmışlığı değil çünkü bunu söyleten, o olsa gene bi derece anlayış gösterilmeli, ama mesele tam da bir kötü zeka mevzusuna hayran olma meyli, bir stockholm sendromu kolaylığı olmaktan ibaret ki, iyinin kahramanlığının sklenmez olduğu gerçeğine bir tepki daha olsun diye "haddin leyyn" deyip geçelim, batman'i sonraya bırakıp çok sevilmiş olan joker karakterinden başlayalım karakter analizine ki, hayranları küsmesin. ama peşin olarak kişisel bir not düşeyim; joker karakterine hayran filan olmadım, ama böyle bir karakteri bu denli kusursuzca oynayabilmiş olan heath ledger'a hayran olmamak mümkün değil, zaten ölmemiş, hak ettiği şekilde ölümsüzleşmiştir. filmden sonraki birkaç gün ve hatta bu yazıyı yazdığım şu saatlerde habire ağzımın çeşitli bölgelerini abuk subuk yaladığımı eklersem, umarım kendisinden kalan izleri az da olsa açıklayabilmiş olurum.

***

the dark knight, evrensel olan iyi-kötü savaşının bir başka hikayeleşmesidir film olarak. joker de bu bildik "iyi-kötü savaşı"nda, ilk aşamada kötü'nün yüzü gibi görünüyor bize, daha önce yüzlercesine rastladığımız kötü kahramanlardan biriymiş gibi. ama o sıradan bir kötü değil, kötülüğün en dip noktası şerefsiz. bu tür şeylerin peşinde koşarken hiçbir çıkarı olmadığı iddia edilen tonla karakter gördük geçirdik bu güne kadar, ama her birinin kendine göre kuralları vardı/var. joker kendisinden önceki bütün kötü zekaları silip atıyor gayet uyanık ve hastalıksız zekasıyla; gotham şehri eski suçlularını özlüyor joker ile karşılaşınca. nolan, bize joker'le "en dip"i sunarak yaratılmış bütün kötü karakterlerle dalga geçiyor aslında.

bütün o çok zeki soyguncuları, suç krallarını, seri katilleri filan hatırlayın, bi kaçını da biz hatırlatalım; se7en'da katilimiz günahkarları öldürür, dexter katilleri, saw serisinin manyağı hayatın kıymetini bilmeyenleri; hepsi de belli bir etik-ahlak edinmiştir kendine, joker bunların tümüyle eğlenir; o, bugüne kadar gördüğünüz örnekler içerisinde, belki de bu şeylerden bir çıkarı olmayacak tek kişidir, diğerleri ne kadar aksini iddia etseler de bir takım tatminlerin peşindedirler gene de, para bok püsür değilse bile başka bir şey, bir zeka tatmini, bir kötü olmakta haklılık hissi, bir dünyaya ne mal olduğunu gösterme telaşı, dünyada bir isim ya da fikir olarak ölümsüzleşme sancısı... her ne boksa, uğruna hayatlarını bile kolayca verebildikleri bir şeyleri vardır hepsinin. joker'in hiçbir amacı yoktur, haklı olmak bile umrunda değildir o insan bozmasının, gemi deneyinde başarısız olmuş, yani ütopik de olsa haksız çıkmışken, ölümüne saniyeler kala attığı kahkahalar tam da bunun göstergesidir. ama hayır, joker bütün bunlardan kendine bir eğlence de çıkarmıyor, bu tarz basit bir çıkarı bile yok onun, kendisine konulacak her türlü teşhis de en hafif tabirle salakça olur, herhangi bir analizden men ediyor sizi zaten. çocukluğunda bi takım travmalar yaşamış ve gene "haklı" olarak bir ucubeye dönmüş karakterlerden bahsediyorum, daha da ötesi, insanların kötü olanı aklama/anlama ihtiyacından. doğalarının bu yönüyle tam da joker, nasıl da dalga geçiyor, "yüzüme ne olduğunu bilmek ister misin?" karşısındakinin bir erkek olduğu örnekte babasından, kadınsa korkunç büyüklükte bir aşktan, ama her şekilde, ne olduğu önemli olmayan, bir bilinmez ama "muhtemelen haklı" travmadan bahsederek onlara ihtiyacı olanı veriyor. böyle şeyler lazım değil mi size diyor, nasıl oldu da bir ucubeye dönüştüm? nasıl oldu da artık sizden biri değilim? canım böyle istiyor anlıyor musunuz, buyum ben, kıçıma duygusallaşın diyor. joker insan olana ve -bir insan olduğundan ötürü- kendine bile değer vermiyor.

joker'in anlaşılmaya ya da bağışlanmaya ihtiyacı yok. joker sözü/açıklamayı değil eylemi seviyor. bu bir film olmasa ve biz izleyenlerin onu tanımaları gerekmese hiç konuşmazdı bile.

halbuki biz neye alıştık; hepsi illa belli prensipler edinecekler, zekice bir plan yapacak ve o plana hizmet eden başka küçük zekice planlarla oyunu keyiflendirecekler, sonra da filmin sonunda hepsini gözümüze gözümüze sokacaklar. joker'in planları yok. joker'in prensipleri yok. bıçak kullanmaktan neden keyif aldığını açıklıyor mesela ama silah kullanmam da demiyor. peşinde olduğu bir şey yok, varmaya çalıştığı bir yer, bir son, "ben arabaları kovalayan köpek gibiyim." diyor, "yakalasam ne yapacağımı bilmem. anlarsın ya, ben sadece yapıyorum."

nolan karakterlerinin bir şekilde dürüstlüğü ne yazık ki koşulsuz bir şey. yani her biri gereğinden fazla dürüst olacaklar ve bu yüzden kimse olanları anlamayacak, sanırım nolan'lar en çok bundan keyif alıyorlar. memento'da lenny'nin özel durumu apayrı bir dürüstlük kavramı yaratıyor, the prestige'de baştan sona yalan görünen bir hikaye filmin sonunda oha dedirtiyor, ve the dark knight'ta joker, belki de üzerinde tek eğreti duran şey olan bu dürüstlüğü ile şahane çekilir bi adam oluveriyor. bu filmin hikayesi de ufak bir ayrıntı dışında gayet dürüst; iyi olan kazanır safsatasından eser yok, görkemli bir şekilde kaybediyor "iyi" olan. yalan olan kısım ise şu gemiler ve seçim hadisesi. iki gemide de dehşet bir vicdan dinleme sanatı ve erdem gösterisi sergileniyor ki külliyen yalan, filmde sırıtan tek şey bu olmuş, ama "orası gotham city kızıım, ne biliyorsun insanlarının neyi hak ettiğini?" şeklinde kendimize çıkışırsak hikayede bir uyum yakalayabiliriz, yani batman'in batman'liğinin de bi haklı yanı olsun di mi? "sometimes people deserve to have their faith rewarded." diyebileceği bi şeyler olsun ki harvey dent gibin dellenmesin. ne güzel ayar verdi ama harvey şu gordon'a di mi;

- üzgünüm...

- hayır. henüz değilsin.

***

the dark knight bir batman filmidir (batman karakterinden detaylı bir bahse gerek yok), çünkü batman olmanın zorluğunu anlatmaktadır; kitlelerin yönlendirilmesi, soğuk savaşın her türlü pis yüzü, ve görünenin asıl hikayeyle her zamanki ilgisizliği incelenerek, herhangi bir kahramanlığın "anlaşılır olma" nimetinden ne kadar uzak olduğu gerçeğine parmak basılır bu filmle. batman bu yüzden fazlasıyla "insan" olarak çıkar karşımıza. neden bir kahraman olmadığını anlamasıyla da sona erer hikaye, halbuki ancak bir kahramanın yapabileceği şekilde sevdiği kızı değil, halkın ihtiyacı olan yüzü seçmişti kurtarmak için, di mi? ama "bazen gerçek yetmez." işte filmin özü, özeti, ana cümlesi, hikayenin çıkış noktası, her nolan hikayesinin varış noktası...

***

nolan filmlerinin genel fikir cümlesi bir kenarda dursun, biz the dark knight'ta kalalım yine şimdilik;

"you either die a hero or you live long enough to see yourself become the villain..."

bu film, bu cümlenin üzerine inşa edilmiş bir film. the prestige için "no one cares about the man in the box" ne ise, bu da o işte. bu cümleyi ilk önce, asla bir kötüye dönüşmez sandığınız harvey dent'ten duyuyorsunuz, şu dörtlü akşam yemeği sahnesinde. sonra onun nasıl da "adil olmayan" bir hikayeyle, bir kötüye dönüşebildiğini izliyorsunuz film boyunca. ve filmin sonunda, batman bütün kalbiyle tekrarlıyor bu sözü;

"ya bir kahraman olarak ölürsün ya da bir kötüye dönüştüğünü görmeye yetecek kadar uzun yaşarsın..."

harvey dent karakterine de kısaca değinilebilir burada; söz konusu savaşta "iyi"nin yüzü olmasını, yani kahramanlığını bi kenara bırakacak olursak, harvey bir insan olarak, seçtiği tarafın gerektireceği her türlü bedeli ödemekten korkmayacak kadar cesur, bir o kadar da kendine inanan bir adam. "kendi şansını kendin yaratırsın" felsefesiyle yaşadığı o güvenli hayatın, yeterince "adil" ve bu yüzden de yeterince güvenli olmadığını anlaması, ne yazık ki gerçekten de trajik bir takım tecrübeler gerektiriyor kendisi için. o çok iyi bildiği "kötüye dönüşünceye dek yaşama talihsizliği" ne yazık ki bizzat başına geliyor bu trajik tecrübeyle. "yaşam" dünya ile sınırlandırıldığı zaman gerçek bir adaletsizliğin nasıl da kol gezdiğinin en derin ıspatlarından biri oluyor kendisi bu hikayede, peki buna değiyor mu, dikkatli izliyor muyuz?

işte, harvey'nin daha filmin başında yaptığı, bu "iyi-kötü" savaşının en kısa ve en acı özetini, batman bizzat sahibinde yaşamış ve görmüş olarak kolayca kabulleniyor. çünkü iyi, kazanmak için çalışırken iyi olmaktan çıkmak zorunda kalıyor, kazanması zaten bu yüzden imkansız, onun kazanmak için zaten kötünün yollarına ihtiyacı var, ama uygulamaya kalktığı anda bu onu artık "iyi" olmaktan çıkarıyor. bir seçim yapması gerekiyor tam da bu yüzden; tamam ben kaybettim, peki kötülüğün kazanmasına izin vermeli miyim? yapamıyor bunu. bir kahraman olmadığını kabulleniyor ve iyilikleri için savaştığı o insanların yine iyilikleri için "yalan"la başlayan bir başka savaşa giriyor, elini kirletmeyi (ki bu kavram da nolan filmlerinin ortak temellerinden biridir) seçiyor, gerçeğin yetmediğini kabulleniyor;

"bazen, gerçek yetmez... bazen insanlar daha fazlasını hak eder..." ve kaçıyor. çünkü o'nu yakalamaları gerek.

***

konuyla ilgili olarak, daha önce pek çok örneğine rastlamış olsak da, bu filmde bir başka güzellikte incelenen bir kaç klişe gerçek daha var ufağından, madem yazıyoruz, yazalım onları da;

iyi olan tarafın işi hakikaten boktandır dedik ya, burdaki örnekteki gibi işte; joker boktan bi adamın ölmesini ister, bir saat içinde ölmezse bir hastaneyi havaya uçuracağım der, sonra bir saat içinde şehrin bütün polisleri el ayak olup işleri yoksa bütün hastaneleri boşaltsın ve bunu yaparken yine de bir ton insanın hayatını tehlikeye atıyor olsunlar, siz de seyredin. ya da bir tane rehine alsın kötümüz, onlarca suçlunun kaçmasına ve hatta bazen binlerce insanın ölmesine, bu bir tek kişi yüzünden göz yummak zorunda kalır iyi olan taraf. mantıklı bir oyun oynayamaz bile, ne var canım bi kişi öldürelim gitsin daha adil diyemez mesela, çünkü bir kişi ölünce de kötü kazanacaktır, bin kişi ölünce de. ne kolay ya her şekilde kazanıyor adam. o bir kişiyi öldürerek bile kazanabiliyorken, beriki taraf on binlerce kişiyi aynı anda koruyabilmek zorunda. savaşları böyle bir şey işte aşağı yukarı. adam sana ateş etmeden ateş bile edemiyorsun, edersen yargılıyorlar filan. iyi ki polis filan değilim ha. ne insanlığın böyle şeyleri hak ettiğine inanırım ben, ne de herhangi bir para bunu satın alabilir. anarşik mi oluyorum, ahaha, belki. joker sağ olsun.

"to them you're just a freak... like me."

***

saatin mınakoymuş olmaktan ötürü diğer karakterlerden özür dileyerek filmi bir nolan klasiği olması bakımından bağlayalım. tekrar ediyorum, asla yapılmış en iyi film değildir çünkü yapılmış en iyi filmi aynı adamlar zamanında yaptılar, imdb'de seksenlerde geziniyor garibim. şu kardeşlerin yaptıkları işleri kısa bir şekilde toparlamayı deneyelim sadece.

nolanlar'ın özel olduğu nokta şu; bir fikri alıyor ve onu basit sözlerle, bir hikaye yaratıp o hikayeye kusursuz bir şekilde yediriyorlar ve film bittiğinde, o konuda söylenmesi gereken her şey söylenmiş oluyor. daha da ötesi ise şu ki; o seçilen fikir her neyse, zekalarıyla bilip kalpleriyle iman ettikleri doğruların her biriyle bir bütünlük oluşturuyor, dolayısıyla her hikaye, bir diğeriyle mükemmel bir uyum içinde kalıyor, üstelik bunu yaparken anlaşılma gibi bir kaygıyı zerre taşımıyorlar ki galiba en çok buna bitiyorum, en çok da buna deliriyorum. the dark knight'ın, benim için çok kutsal bir yeri olan the prestige ile ilgili bağlantılarından ibaret tutarak, nolan filmlerindeki ortak bir kaç detaydan bahsedip huzur içinde uyuyacağım;

michael caine'in the prestige'de angier için üstlendiği mühendislik ve akıl hocalığı rolünü, batman serisinde bruce wayne için birebir giyinmiş olması, üstelik adının alfred oluşu (morgan freeman'ın isminin lucius olması ise kişisel olarak yalnızca beni katletmesi gereken küçücük tesadüflerden sadece biriydi), the prestige'de alfred'in sarah adlı meleğin yeğenine verdiği "iki yüzü" aynı olan şu hileli paranın, bu filmde harvey dent'in kutsalı haline gelmesi ve kendi şansını yaratma yanılgısının, o paranın bir yüzünün simsiyah oluşuyla basitçe gösterilmesi, ana karakterlerine özet soruyu sordurup filmin sloganı haline getiren nolanlar'ın "are you watching closely?" kadar dolu ve bir o kadar rahatsız edici bir başka soruyla bizi kendileriyle aynı çağda yaşadığımıza bir kez daha şükrettirişi... bitmez... bitmesin.

şimdi sorabiliriz;

why so serious?