müzik dinlemiyorum.
bu yazıyı karşı apartmanın odamın karşısına denk gelen dairesinin mutfağından yayılan elektrik süpürgesi sesi eşliğinde yazıyorum. yaz gelip camlar açılalı beri pek bi samimi olduk karşı komşuyla. arada utanmayıp mutfağı dikizliyorum. niyetim burnumun aldığı kokuları görüntülerle eşleştirmek. hayır, teyzeyle bazen gözgöze geliyoruz da acıyıp bir tabak yemek göndermişliği yok. teyze az önce bardak kırdı. sonra da 'cana değil mala, cana değil mala!' diye iki kez söylendi. sonra içeri kızı girdi. ' aaa naaaptın anneee!' diye fırça çekti. neyse, teyze yaklaşık 5 dakikadır süpürüyor. belki de bardak değil sürahiydi.

sokağın sesini dinlediğimde hayatı yanlış anladığımı düşünüyorum. biber kızartması kokusu, çocuk bağrışmaları, televizyonlardan yükselen klişe dizi replikleri ve hala elektrik süpürgesi sesi... işte, teyzeyle bu kadar yakınız ama bir kere selamlaştığımız yok. bir keresinde yüzümdeki gülümseme yarım-yapışık kaldıydı da bir daha teşebbüs etmedim. çabuk bozulan bir insanım. sanırım sokağın vaadettiği sıradan-kokulu-rehavetli-gürültülü-samimi- hayat benim için sanal. sadece böyle pencereden bakıyorum. davet eden yok.

suratsız teyzeler ve ölen komşuluk ilişkileri gençlerin mutlu sıradan hayat isteklerini sekteye uğratıyor.

teyze hala süpürüyor.

sabahları ciks bir köpek gezdiren bir amcayla karşılaşıyorum. enteresan bir çift. içimden 'allahım bu amca köpeğinin kıyafetlerine gösterdiği özen ve moda anlayışını neden kendi kıyafetlerine yansıtamıyor?' diye soruyordum. yine bir sabah karşıdan geliyorlardı. köpek ikide bir duruyor her ağaç altını kokluyor. tam yanımdan geçerlerken amca:

-yürü lan sümsük it, aradığın boku bulamadın gitti!

deyince gerçekler zihnimde sıralanıverdi. sümsük it amcanın köyündeki karabaşla aynı familyadan olan yaratık değildi. amca, köpeğin oturduğu(!) apartmanın kapıcısıydı. köpeğin bu azarlamanın karşısında attığı çalımı sosyal statü olayını çözmüş amca değil benim çelimsiz zihnim yedi. köpeği o anda öldüresim geldi. zavallı amca, ekmek parası için köpeğin peşinde geziyor.

ama büyük ihtimal yanılıyorum. insanın önemli ihtiyaçlarından biri de yanıbaşlarında efeleneceği birilerinin olması galiba. amca tur başına dolgun bir ücret alıyor olmalı.

sümsük it konuşuyor olsaydı amcanın hali nice olurdu?

ara sıra bir otoparkın içinden geçiyorum. markalarını bilmediğim süper lüks otomobiller sıralanmış. otopark büyük olduğu için otomobiller sahiplerine otopark elemanları tarafından getiriliyor. bu aradaki yolda, lüks otomobiller üzerinde her çeşit patinaj, vites atlatma, gaza boğma heveslerini gideren elemanların yanımdan geçerken caka satışları görülmeye değer. ama esas sahne anahtar tesliminin yapıldğı an. az önce caka satan elemana başı önde anahtar teslimi yaparken pis pis sırıtmak istiyorum. ama bakmadan geçiyorum. ahh içimdeki insan sevgisi! fuckin-u! zaten var olmakla sahip olduğu değeri bir metal yığını içinde son sürat giderken arttıracağını zanneden arkadaşın kendi değerinin farkına varmasını diliyorum.
ben de insanlığımın anahtarını yaratıcıya teslim ediyorum. başımı önüme eğip susuyorum.

ah, duyarlı olmak ne ağır bir yük(!)