başlık taraf gazetesinde gökhan özgün'ün bugünkü köşesini okuyanlara tanıdık gelmiştir. geçen hafta (laneth lanetlenmeden) 'sabır ve tevekkül sahibi türk insanı' diye bir ukte vermiştim. şu meşhur suskunluğumuzun, tepkisizliğimizin nedenleri üzerine. sabırdan mı , korkaklıktan mıydı? yoksa daha da beteri bir bilinçsizlik ve düşüncesizlik miydi? ya da bunların kombinasyonları.
tekrarları sevmediğimden ukteyi yenilemedim. birebir aynı konuyu yansıtmasa da gökhan hocam'ın verdiği ilham ve ondan yapacağım alıntıyla bu konuya ben değineyim dedim.

cumartesi günü benim için uzun zamandır yaşadığım en güzel ve en güneşli gündü. bir gurup insan -ki sayısı çok da önemli değil- gürültünün içinde kaybolmak değil de bir suskunluğu bozmak için istiklal'deydiler bu sefer. yürüdüler ve bağırdılar. eee ne oldu, ne değişti? bir kısım medya için fatih terim'in don corleone'ye benzetilmesinden daha değerli bir haber olmadı.
öte yanda birkaç gazete, aydın, siyasetçi belki hatta apoletli daha büyük bir mücadele veriyor. bu mücadelenin değişimi getirip getiremeyeceğine bilmeden bedeller ödeyerek. özgürlüğün bedelini bilmiyoruz zaten. kim ne kadar şey kaybetmeli? yıkılacak bir tabu neye mal olur ve neyi değiştirir? işte yazıdan bir alıntı:

'bir zamanlar bir çinli'nin demokrasi mücadelesiyle ilgili hiç bitmeyen bir yazı okumuştum. öyle yalnız, öyle ileri giden bir demokrattı ki, ailesi ve çevresinin gözünde bir meczuptu. hayatının çoğu da hapiste geçti.

ama bakın bir başka çinli demokrat onun için ne diyor. "o bir barometre gibiydi. ona bakıp anlayabiliyorduk, bu toprak mecbur kalınca ne kadar demokrasi kaldırabiliyor. o bizim haritamızdı. özgürlüğün sınırları onun sayesinde görünür hale geliyordu. ve sınırlar, 'yerinde duranların' sandığından daha genişti. veya çok farklıydı.'

sınırları bilmiyoruz. ne kadar hapsedildiğimiz belli değil. oysa bir kalemin olduğu gibi, güzel yazabilmek için sivrilmek lazım. sivrilmenin bedeli de kısalmaktır. güzel yazan ama tükenen bir kalem olmak...ya da yazmayan ve tükenmeyen bir kalem...

bugünlerde herkes kendi fıtratı ve fırsatınca tercihini yapmalı. bunun anlamı sınırlara doğru adım atmaya başlamaktır. avrupa kupası maçlarında tescillenen yumurta kapıya dayanınca aşka gelip olmadık şeyler başabilme özelliğimizi tecavüze uğramış demokrasimizi kurtarmak için de devreye sokabilsek? kimbilir, ne kadar ileriye gidebileceğimiz öğrenmiş oluruz...

başa dönersek, yürüdük de ne oldu? yürüyecek bir yolumuz olduğunun farkına vardik. daha büyük işler yapma kudretinde olanlara varlığımız belli ettik. bir sonraki adımı atarken özgürlüğün bedeli hakkında biraz daha bilgi sahibi olacağız eminim.